1 T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI T&...
T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI
AKDAĞMADENİ FOLKLORU
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN Doç. Dr. Zekeriya KARADAVUT
HAZIRLAYAN Murat SEVİNÇ 054201031003
KONYA 2008
İÇİNDEKİLER
Ön Söz……………………………………………………………………….IV Giriş…………………………………………………………………………..1 I. BÖLÜM HALK EDEBİYATI A.Halk Anlatmaları 1. Masal………………………………………………………………………...4 2. Efsane……………………………………………………………………….22 3. Halk Hikâyesi……………………………………………………………….30 4. Fıkra………………………………………………………………………....43 B. Halk Nazmı 1. Ağıt………………………………………………………………………….51 2. Türkü………………………………………………………………………..69 3. Mâni………………………………………………………………………....92 4. Ninni…………………………………………………………………...........113 C. Kalıplaşmış İfadeler 1. Atasözleri ve Deyimler……………………………………………………..120 2. Alkış ve Kargışlar…………………………………………………………..130 3. Bilmeceler…………………………………………………………………..135 4.Tekerlemeler…………………………………………………………………149
II
II. BÖLÜM HALK BİLİMİ A. Geçiş Dönemleri………………………………………………………..156 1. Doğum Gelenekleri……………………………………………………..157 A. Doğumdan Önce………………………………………………...159 B. Doğum Sırası……………………………………………………160 C. Doğum Sonrası………………………………………………….161 2. Evlenme Gelenekleri…………………………………………...............167 I. Düğün Öncesi…………………………………………………...167 II. Düğün Gelenekleri……………………………………………...172 III. Düğün Sonrası………………………………………………….194 3. Ölüm Gelenekleri……………………………………………………….196 a. Ölüm Öncesi…………………………………………………......196 b. Ölüm Sırası………………………………………………………197 c. Ölüm Sonrası…………………………………………………….199 III. BÖLÜM Köy Seyirlik Oyunları……………………………………………………...202 IV. BÖLÜM Yöresel Kelimeler………………………………………………………….209 KAYNAK ŞAHISLAR…………………………………………………………216 BİBLİYOGRAFYA ……………………………………………………………225
III
ÖN SÖZ
Folklor, bir milletin hayatında var olan gelenek ve göreneklerin, dil yardımıyla hafızalarda saklanan edebiyat ve yaşayış şeklinin toplamıdır. Beşikten mezara kadar olan hayatın yaşayış şekli ve halkın sözlü edebiyat ürünleri, folklorun konuları olduğuna göre folklor için; “Halk Hayatının ve Kültürünün İlmi” diyebiliriz. Folklor halkın gönül dünyasıdır. Bu gönül dünyasındaki unsurlara eğilebilmek, yaşadığı yerin gelenek ve göreneklerine sahip çıkmak ve onu ömür boyu yaşatabilmek, nesilden
nesile
aktarabilmek,
Türk
Kültürü’nün
devamı
için
başlıca
görevlerimizdendir. Biz de bu görevimizi gerçekleştirmek için, çalışmamızda Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinin folklorunu araştırdık. Çalışmamız; Ön Söz ve Giriş’in dışında dört bölümden ibarettir. Tezimizin giriş kısmında derleme yaptığımız yörenin kısaca beşeri ve fiziki özelliklerinden bahsettik. Araştırmamızın
Birinci
Bölüm’ünde
Akdağmadeni
ilçesindeki
Halk
Edebiyatı’na yer verilmiştir. Burada, halk anlatmalarına dayalı ürünlerden Masal, Efsane, Halk Hikâyesi ve Fıkra’ların tanımına ve çeşitlerine değinilip, yöremizde derlenen bu türlere örnekler sunulmuştur.
IV
Tezimizin Birinci Bölüm’ünün ikinci kısmında, Anonim Halk Edebiyatı mahsulleri olan Ağıt, Türkü, Mâni ve Ninni türleri hakkında bilgi verilip, yöremizde bu türler için derlediğimiz örneklere yer verilmiştir. Ayrıca Birinci Bölüm’ün son kısmında yöremizdeki kalıplaşmış ifadelerden bahsedilmiştir. Bu kısımda; Atasözleri ve Deyimler, Dua ve Beddua, Bilmece ve Tekerleme’nin tanım ve tasniflerine yer verilip, yörede derlenen kalıplaşmış ifadeler sunulmuştur. Çalışmamızın İkinci Bölüm’ünde ise geçiş dönemlerinden bahsedilip, Akdağmadeni ve çevresindeki doğum, evlenme ve ölüm adetleri üzerinde durulmuştur. Araştırmamızın Üçüncü Bölüm’ünde, Akdağmadeni ve çevre köylerinde genellikle düğünlerde, kına gecelerinde, bahar ve kış aylarında oynanan Seyirlik Oyunlar hakkında bilgi verilmiştir. Dördüncü Bölüm’de yöresel kelimelere ait bir sözlüğe yer verilmiştir. Tezimizi hazırlarken yararlandığımız kaynak kitaplar Bibliyografya bölümünde sunulup, derleme yaptığımız kaynak şahısların künyelerine ise Kaynak Şahıslar bölümünde yer verilmiştir.
Bu çalışmamızda bana devamlı destek olan, en ümitsizliğe düştüğüm anda beni cesaretlendiren ve bu tezin bitmesinde bana çok emeği geçen Sayın Doç. Dr. Zekeriya KARADAVUT hocama, ayrıca benden yardımlarını hiç esirgemeyen Sayın Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN ve Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU hocama sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Murat SEVİNÇ 09/09/2008 Konya V
GİRİŞ
AKDAĞMADENİ Akdağmadeni, Yozgat'ın doğusunda ve Yozgat il merkezine 103 km uzaklıkta olan bir ilçedir. İlçe; doğuda Sivas İli, Şarkışla İlçesi, batıda Yozgat İlinin Sorgun ve Saraykent İlçeleri, kuzeyde Sivas İlinin Yıldızeli ve Tokat İlinin Artova ilçeleri, güneyde Yozgat İlinin Çayıralan ve Boğazlıyan İlçeleri ile komşudur. İlçede, merkez dahil 4 belediye, 82 köy ve 14 mezra olmak üzere, toplam 100 yerleşim birimi vardır. Ayrıca ilçe merkezinde 9, kasabalarda 3 ve köylerde 82 olmak üzere 94 muhtarlık bulunmaktadır. Akdağmadeni İlçesi kuruluş itibariyle diğer ilçelere göre uzun bir geçmişe sahiptir. 1815 yılında Akdağ çevresinde bulunan simil kurşun madenini işletmek üzere Bozok Sancağı emrinde ve idari yetkiye sahip bulunan bir maden işletmesi müdürlüğü olduğu tesbit edilmektedir. Bu maden işletmesinde çalışmak üzere çeşitli yerlerden usta ve işçiler buraya gelerek yerleşmişlerdir. Bu aileler arasında Rum ve Ermeniler
1
de vardır. Bilhassa Gümüşhane, Trabzon ve Ahıska’dan gelmiş bulunan taşçı, marangoz ve benzeri sanatkâr nüfusun, ilçenin gelişmesinde ve nüfusunun artmasında büyük rolü olmuştur. Nüfusu sürekli artan Akdağ bölgesinde 1839 yılında KarahisarBehramşah İlçesine bağlı bir bucak meydana gelmiştir. Akdağmadeni 1860 yılına kadar bucak olarak kalmış, bu tarihten sonra Akdağmadeni ilçe olmuş ve Bozok Sancağına bağlanmıştır. Yöre isminin belirlenmesinde, sahip olduğu ve işletilmeye açılan yeraltı madenlerinin büyük rolü olmuştur. Akdağ eteklerinde Çinko-Kurşun madeni işletmesi kurulmuş ve “Maden” kelimesi zamanla bu yerleşim yerinin adı olmuştur. Maden işçilerinin akımıyla yerleşik köy düzenine geçilen bu yöre, belirli bir süre “Maden” ismiyle anılmıştır. Akdağ eteklerinde kurulması nedeniyle de, dağın ismine atıfla “Akdağlar’dan çıkan maden” anlamına gelen “Akdağmadeni” adını almıştır. İlçe iklimi Karasal İklim'den ziyade, Karadeniz İklimi ve Karasal İklim arasında bir geçiş tipidir. İlçe yayla olduğu için Orta Anadolu'nun iklimine benzerliği olup, yazın fazla sıcak, kışın da dondurucu soğuklar olmaz. Kar yağışı Kasım ayının ortalarında başlar. Akdağlar'da kar Haziran, hatta Temmuz ayına kadar yerde kalır. Akdağmadeni'nin ormanlık ve yüksek oluşu yüzünden yıllık yağış miktarı ortalama 478-500 milimetredir. Yazın sıcaklık 20-25 derece arasında değişmektedir. Yıllık sıcaklık ortalaması 8-12 derece arasında oynar. Havası genellikle rutubetlidir. Akdağmadeni, bölgenin geneline oranla daha çok yağış aldığı için doğal bitki örtüsünü genelde ormanlar oluşturmaktadır. İldeki en geniş orman alanına sahip olan Akdağmadeni'nde sarı çam, ardıç, yabani fındık, alaç ve palamut gibi ağaç türleri bulunmaktadır. Orman dışındaki alanlar ise, daha çok mera olarak değerlendirilen bozkırlar ve çayırlardır. İlçe topraklarının %32,5'i ormanlarla kaplıdır. İlçenin batısında, Sazlıdere Köyü ve karşısından itibaren ilçe sınırına kadar ana yol üzeri ve çevresi özellikle kuzeye düşen kısmı tamamen meşelik kaplıdır. Oluközü Köyü Meşe Korusu Anadolu'da ayrı bir nadide yer olarak gösterilir. İlçenin ormanları
2
yaş itibariyle çok gençtir. Ortalama 10-15 metre yüksekliğinde olan sarı çam ağaçlarının arasında az miktar da karamaz ağacı bulunmaktadır. Karamaz ağıcı Türkiye'de sadece bu ilçede bulunmaktadır. Karamaz ağacı daha çok ilçenin kuzey doğusunda,
doğu
ormanlarının
güneye
bakan
yamaçlarında
yetişmektedir.
Akdağmadeni ormanlarında bir miktarda fındıklı Fındık Ağaçları bulunmaktadır. Bunlardan başka özel olarak yetiştirilen, bol miktarda elma, armut, erik, vişne, şeftali ve kaysı ağaçları vardır. Ev önlerinde üzüm asmaları, dere boylarında söğüt ağaçları, selvi kavakları, son yıllardaki "Benim Bir Dikili Kavağım Var" kampanyasıyla, bir çok yere Orman İşletmesi Müdürlüğü'nün temin etmiş olduğu çam fidanları dikilmektedir. Özellikle eski Rum ve Ermenilerden kalan evlerin önünde asırlık ceviz ağaçları bulunmaktadır. Ceviz neslinin devam etmesinde izinsiz kesilmemesine borçludur. Yaz aylarının bunaltıcı sıcaklarında serinletici etkisi, temiz havasıyla Akdağmadenililerin mesire yeri durumuna gelen ormanlarda, yeşilin her türlü tonunu görmek mümkündür. Özellikle ilçe merkezi yakınındaki, kaynak suyunun bulunduğu "Kadıpınarı" hafta sonu tatillerinde ve bayramlarda halkı kendine çekmektedir.
3
I. BÖLÜM HALK EDEBİYATI
A. HALK ANLATMALARI
1. MASAL Anlatmaya dayalı halk edebiyatı türlerinin başlıcası masallardır.
Masallar;
büyüklere hoşça vakit geçirmek, çocuklara ise ahlaki öğütler vermek için genellikle nesir şeklindeki anlatmalardır (Masalların manzum olanları ile ilgili olarak daha geniş bilgi için bkz. Alptekin, 2002a) Türk toplumunda masal anlatma geleneği önemli bir yer teşkil eder. Özellikle bundan 30-40 yıl önce televizyonun olmadığı dönemlerde, uzun kış gecelerinde köy odalarında anlatılan masallar, halk hikayeleri ve fıkralar büyüklerin hoşça vakit geçirmesi sağlardı. Çocuklar da annelerinin, ninelerinin başına toplanıp onlardan masal anlatmalarını isterler ve anneler de öğrendikleri masalları çocuklarına anlatırdı.
4
Teknolojinin getirmiş olduğu yeniliklerle, günümüzde masal anlatma geleneği zayıflamış olsa da hala bazı anne ve nineler çocuklarına masal anlatmaktadır. Masalların kahramanları genellikle hayvan ve tabiatüstü varlıklardır. Olaylar gerçek dışıdır. Masallarda zaman ve mekân belli değildir. Çok az nazım- nesir karışık türleri var olsa da masalların çoğu nesir şeklindeki anlatmalardır. Masaldaki olayların gerçekte cereyan ettiğini kabul etmek mecburiyeti yoktur. Bu türdeki anlatım kısa ve yoğundur.
Masal hakkında kapsamlı bir araştırma yapan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu masalları; “Kahramanlarından bazıları hayvanlar ve tabiat üstü varlıklar olan, olayları masal ülkesinde cereyan eden, hayal mahsulü olduğu halde dinleyicileri inandırabilen bir sözlü anlatım türüdür” (Sakaoğlu, 2002:4) şeklinde tanımlamıştır Türk masallarının derlenmesi ve işlenmesinde büyük emeği olan Pertev Naili Boratav masalı; “Masal, nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlarından ve törelerden bağımsız, tamamıyla hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı” (Boratav, 2003: 95) şeklinde tanımlar. Yine masallar konusunda doktora tezi olarak geniş bir araştırma yapan ve Taşeli bölgesinin masallarını derleyen Prof. Dr. Ali Berat Alptekin ise masalı; “Büyük ölçüde nesirle anlatılmış ve dinleyicileri inandırmak gibi bir iddiası bulunmayan, hayal ürünü olan nesir şeklindeki anlatmalar.” (Alptekin, 2002a:XI) şeklinde tanımlar.
5
Biz de bu çalışmamızda masalları; Çocukların ve büyüklerin hoşça vakit geçirmelerini sağlamak ve çocuklara ahlaki, eğitici öğütler vermek için, genellikle kahramanları hayvan ve olağanüstü varlıklar olan, olayların gerçekliği konusunda inandırıcılık gibi bir gayreti olmayan, zamana ve mekâna bağlı kalınmaksızın nesir şeklindeki kısa ve yoğun anlatmalardır, şeklinde tanımlayabiliriz. Masalları diğer anlatmaya dayalı ürünlerden ayıran en büyük özelliklerden birisi, masallardaki formellerdir. Masalın bünyesinde belli vazifelere ve belli bir şekle sahip olan kalıplaşmış ifadelere “formel” denilir. Formeller masalların anlatıcı için bir yardımcı olduğu kadar ustalığını göstermesi bakımından da bir ölçüdür. Formeller konusunda tek araştırmayı yapan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, formelleri beş bölümde incelemiştir. 1- Başlangıç formelleri 2- Geçiş formelleri 3- Aynı olayın tekrar vukuunda kullanılan formeller 4- Bitiş formelleri 5- Çeşitli formel unsurlar (Sakaoğlu, 2002:250) Masalların giriş kısmında genellikle “Bir varmış bir yokmuş” ya da “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde” gibi başlangıç formelleri görünür. Bir olaydan başka bir olaya geçişi sağlayan ve dinleyici canlı tutmaya yarayan geçiş formelleri ise genellikle “Uzatmayalım kameti, kopartırız kıyameti”, “Uzun lafın kısası”, “Uzatmayalım sözü” gibi formellerdir. Masalı uygun bir biçimde bitirmek ve anlatılanların aslında gerçekle ilgisi olmadığını belli etmek için kullanılan bitiş formelleri ise, “Onlar orada muratlarına erdiler, biz de burada erelim.”, “Gökten düştü üç elma, biri söyleyene, biri dinleyene, birisi de bana” gibi daha bir çok değişik şekilleri olan formellerdir. (bk. Saim Sakaoğlu, Gümüşhane ve Bayburt Masalları, Ankara 2002)
6
Masallar konusunda tip ve motif incelemesi yapıp, masalları tasnif eden yabancı araştırıcılar Antti Aarne ve Stith Thompson’un hazırladığı Milletlerarası Masal Katalogu’nda masalları şu ana çeşitlerine ayırmışlardır;
1- Hayvan masalları 2- Asıl masallar; olağanüstü masallar, gerçekçi masallar 3- Güldürücü hikâyeler, nükteli fıkralar, yalanlamalar 4- Zincirlemeli masallar (Boratav, 2003:98) Derleme yaptığımız Akdağmadeni yöresinde masala “mesel” ve “hikâye” denildiğini de gördük. Ayrıca, Akdağmadeni ve çevresinde yapmış olduğumuz çalışmada, masal anlatana pek rastlayamadık. Derleme esnasında, masal anlatmalarını istediğimiz köylüler genellikle, masalların eskide kaldığını belirterek unuttuklarını söylediler. Bazı kaynak şahıslar da küçükken dinledikleri masallardan akıllarında kalanları anlatmaya çalıştılar. Fakat anlattıklarından tam bir masal metni çıkmadı ve biz de çalışmamızda yarım masallara yer vermedik. Masal metni derleme ümidimiz kaybolurken, 1990’lı yıllarda Akdağmadeni ve yöresinde masal derlemeleri yapan fakat derlediği metinleri yayımlama imkanı bulmayan emekli Halk Eğitim Müdürü Siyami Taştan’ı ve Öğretmen Yakup Kurt’u duyduk. Siyami Bey’in yanına gittiğimizde bize 1990’lı yıllarda derlemiş olduğu üç masal metnini verdi. Özellikle Siyami Bey, derlemiş olduğu Akdağmadeni ve çevresine ait masalları gün yüzüne çıkaramayışından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, masallarının yayımlanacak olmasından duyduğu mutluluğu dile getirdi. Diğer bir kaynak şahıs olan Öğretmen Yakup Kurt’u aramamıza rağmen kendisine ulaşamadık. Yalnız kendisinin yine 1990’lı yıllarda annesinden derlemiş olduğu bir masal metninin fotokopisine ulaşabildik. Çalışmamızda yer verdiğimiz masalları numaralandırdık. Aşağıda göreceğimiz 1, 2 ve 3 numaralı masal metinleri Siyami Taştan’ın, 4 numaralı masal metni ise
7
Yakup Kurt’un derlemiş oldukları masal metinleridir. Ayrıca bu iki kaynak şahısın masalları kimden derlediği de masalların altında belirtilmiştir. Masal metinlerini incelediğimizde dört masal da Antti Aarne ve Stith Thompson’un hazırladığı Milletlerarası Masal Katalogu’nda yapmış oldukları tasnife göre Asıl Masallar bölümüne girer. Asıl masallar da yapılan tasnife göre iki bölüme ayrılır. Birincisi; Olağanüstü masallar, ikincisi; gerçekçi masallardır. Yaptığımız derlemede 1, 2 ve 4 numaralı masal, olağanüstü masallara; 3 numaralı masal ise gerçekçi masal bölümüne girer. Çalışmamızda kaynak şahıslardan aldığımız masallar tezimize aynen derlendiği şekilde değiştirilmeden alınmıştır. Akdağmadeni ve çevresinde derlenen masallar şunlardır;
1. Kralın Oğlu Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, babam eşikte, anam beşikte iken ben annemin beşiğinde tıngır mıngır sallar iken memleketin birinde bir kral varmış. Bu kralın uzun yıllardan beri çocuğu olmuyormuş. Kral her zaman bir erkek çocuğunun olmasını istermiş. Ama bir türlü olmazmış. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra kralın karısı hamile kalmış. Kral bunu öğrendiği gün sarayda bir eğlence düzenlemiş. Çocuğunun doğacağı günleri iple çekmeye başlamış. Dokuz ay sonra bir erkek çocukları olmuş. Kral ve kraliçe çok sevinmişler ve çocukların adını Kurtuluş koymuşlar. .
Kurtuluş büyüdükçe yiğit bir delikanlı olmuş. Çok akıllı, cesur, güçlü,
vurduğunu deviren ve iyi kalpli bir insan olmuş. Bu delikanlı çocukluğundan beri eğlenceye ve zevke önem vermiyormuş. Diğer çocukların tam tersine avlanmayı çok seviyormuş ve her gün ava çıkıyormuş. Yine bir gün ormanda avlanırken, bir geyik
8
görmüş. Bu geyiği kovalamaya başlamış. Ama geyiği bir türlü avlayamamış. Çok yorulduğu için büyük bir ağacın gölgesine yatmış ve yatmasıyla uykuya dalması bir olmuş uyurken bir rüya görmüş. Rüyasında ormanın derinliklerinde evi olan üç başlı bir ejderha görmüş. Ejderha evinin içinde güzel mi güzel bir kızı saklarmış. Kurtuluş bu kıza âşık olmuş. Uykudan uyandığında akşam oluyormuş. Bu yüzden hemen saraya dönmüş. Rüyasında gördüklerini baba ve annesine anlatmış. Kral oğlana bu üç başlı ejderhanın gerçekten var olduğunu, bu güne kadar çok sayıda adamı onu öldürmek için gönderildiğini ama ağzından ateşler püsküren bu ejderhanın onu öldürmek için giden herkesi öldürdüğünü söylemiş. Kurtuluş, babasına o kıza âşık olduğunu ejderhayı öldürüp onu kurtaracağını söylemiş. Anne ve babası onu ormana göndermek istememiş. Ama Kurtuluş onları dinlemeyip, av malzemelerini alıp ormanın yolunu tutmuş. Bir süre yürüdükten sonra ejderhanın evini bulmuş. Ejderha Kurtuluş’u görür görmez bir av daha geldi diyerek sevinmiş ve Kurtuluş’a saldırmış. Kurtuluş kılıcını çekerek ejderha ile savaşmaya başlamış. Ejderha ile bir süre savaştıktan sonra onun üç başını da keserek öldürmüş. Ejderhanın evine girerek güzel kızı kurtarmış ve saraya getirmiş. Kral ve kraliçe buna çok sevinmişler. Güze kız ile oğullarını evlendirmişler ve kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. O günden sonra bu milletin insanları mutlu bir şekilde yaşamaya devam etmişler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Biri güzel kız ile Kurtuluş’un, biri anlatanın, biri de dinleyenlerin başına… (Zeynep Önal, 70, Okur-yazar değil, 1991, Kirsinkavağı)
9
2. Itışık ile Pıtışık Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, babam eşikte iken, ben anamın beşiğinde tıngır mıngır saklanırken, memleketin birinde küçük bir köyde Itışık ve Pıtışık adlarında iki kız arkadaş varmış. Bunlar çok iyi arkadaşmışlar. Ancak, bunlardan Itışık fakir bir kızmış. Çok zor şartlar altında yaşarmış. Köyün diğer fakir kızlarıyla dağlara süpürge otu toplamaya gidermiş. Topladıkları otlardan süpürge yapıp, satarak para kazanırlarmış. Pıtışık ise zengin bir kızmış. El bebek gül bebek büyütülmüş. Hiç bir zorluk çekmemiş. Günler böyle geçip gidermiş. Bir gün Pıtışık, Itışık ve diğer kızlar ile birlikte süpürge otu toplamaya gitmek istemiş. Itışık; “Olur ama anandan izin almak gerekir.”demiş. Pıtışık eve gelip anasını zorla da olsa onu razı etmiş. Sabah olunca bütün kızlar azıklarını alıp yola koyulmuşlar. Tabiî ki Pıtışık da onların içindeymiş. Süpürge otu toplayacakları dağa varmışlar ve toplamaya başlamışlar. Ama Pıtışık bu işe alışkın olmadığı için bir türlü toplayamıyormuş. Otları koparacağım diye ellerini yaralamış. Vakit ilerlemiş, öğle vakti olmuş. Hepsi bir araya gelip yemek yiyeceklermiş. Fakir kızların yiyecekleri çok azmış. Hemen yiyip bitirmişler. Tekrar süpürge otu toplamaya başlamışlar. Pıtışık’ın annesi ise kızına çok çeşitli ve lezzetli yemekler hazırlamış. Ayrıca yemekler de çok fazlaymış. Pıtışık da yemeğini yeyip karnını doyurmuş. Vakit hayli ilerlemiş. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamış. Kızlar tekrar acıkmışlar. Ama azık çantalarında hiç yiyecek kalmamış. Pıtışık: “Ben hiç süpürge otu toplayamadım. Siz bana süpürge otunu verin, ben de size yiyecek vereyim.” demiş. Diğer kızlar bunu kabul etmiş ve hep birlikte karınlarını doyurmuşlar. Yemeği yedikten sonra gitmek için hazırlanıyorlarmış. Ama hava iyice karardığından ve süpürge otu toplarken köylerinden fazla uzaklaşıp ormanın derinliklerine doğru ilerlediklerinden yollarını kaybetmişler. Birisi şu tarafa, birisi bu tarafa gidelim demiş. Sonunda ormanın derinliklerinde kaybolup gitmişler. Yollarını bulmak için korku
10
içinde gezerlerken karşılarına ışık yanan bir ev çıkmış. Bu evde yaşayan insanlar bize yardımcı olurlar diye kapılarını çalmışlar. Ama kapıyı evde tek başına yaşayan bir dev açmış. Dev kızları görünce “Bu akşam yemeğinde karnım doyacak.” diye çok sevinmiş ama bunu kızlara belli etmemiş. Kızlar başlarından geçeni deve anlatınca dev onlara yardım edeceğini ve bu gece onları misafir edebileceğini söyleyip içeri almış. Gündüz çok yorulan kızların hepsi hemen uykuya dalmışlar. Ama Itışık devden şüphelendiği için uyumamış ve devi takip etmiş. Birde ne görsün; dev mutfakta büyük bir kazan içinde su kaynatmakta. Itışık devin kendilerini yiyeceğini anlamış hemen koşup arkadaşlarına haber vermiş. Hep beraber kaçmaya başlamışlar. Itışık ormanda yollarını bulmaya çalışırken karşılaştığı ırmağı hatırlamış. Bunun için devin evinden kaçarken bir torba sabun almış. Kızların kaçtığını gören dev hemen peşlerine düşmüş. Koşa koşa ırmağın kenarına gelmişler. Irmağın içinde büyük taşlara basa basa karşıya geçmişler. En son Itışık geçmiş ve devin evinden aldığı sabunları tek tek taşların üstüne koymuş. Hepsi geçtikten sonra dev yetişmiş. Ama karşıya nasıl geçeceğini bilememiş. Kızlara karşıya nasıl geçtiklerini sormuş. Itışık: -“Şu taşlara basarak geçebilirsin.”demiş. Dev de Itışık’ın dediğini yapmış, yapmış ama sabunlar ayağının altından kaydığı için kendisini suların içinde bulmuş. Sular devi alıp götürmüş. Böylece kızlar Itışık sayesinde deve yem olmaktan kurtulmuşlar. Ama yinede mutlu değilmişler. Çünkü köylerinin yerini hala bulamamışlar. Üzgün üzgün ormanda dolaşırken, bir köpek havlaması duymuşlar. Pıtışık hemen bu sesi tanımış. Çünkü bu Pıtışık’ın köpeğinden başkası değilmiş. Köyden buraya kadar kızları takip etmiş. Kızlar köpeği görünce çok sevinmişler. Köpek köyün yolunu çok rahat bir şekilde bulmuş. Böylece kızlar evlerine varmışlar ve ormanda kurda kuşa yem olmaktan kurtulmuşlar. Gökten üç elma düşmüş. Biri Itışık’ın, biri Pıtışık’ın, biri de anlatanla dinleyenlerin başına… (Şefika Yıldız, 66, Okuryazar değil, 1998, Akdağmadeni Güneyli Mahallesi)
11
3. Rüya Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, babam eşikte anam beşikte iken, ben anamın beşiğini tıngır mırgır sallarken memleketin birinde bir öğretmen varmış. Bu öğretmen, talebelerine kim bir rüya görürse, karşıdaki hayır ola demedikçe rüyasını anlatmasın diye nasihatte bulunmuş. Bu öğretmenin talebelerinden birisi yılların geçmesine rağmen öğretmeninin nasihatini asla unutmamış. Bu oğlan bir gece ilginç bir rüya görmüş. Sabah kalkınca doğru babasının yanına gitmiş ve babasına: __“Baba, bu gece çok ilginç bir rüya gördüm.” demiş. Babası: __“Söyle bakalım oğlum, rüyanda ne gördün.” demiş. Çocuğun aklına hemen yıllar önce öğretmeninin verdiği nasihat gelmiş. Babası hayır ola demediğinden ona rüyasını anlatmamış. Babası da oğluna iyi bir sopa çekmiş. Çocuk ağlaya ağlaya anasının yanına gitmiş. Anası: __“Oğlum niye ağlıyorsun?” demiş Oğlu: __“Ana ben bu gece bir rüya gördüm. Rüyamı babama anlatmadığım için beni dövdü.” Demiş. Anası oğlundan rüyasını kendisine anlatmasını istemiş. Oğlan rüyasını anasına da anlatmamış. Bu yüzden anansıda oğlunu dövmüş. Oğlan da anasına babasına küsüp evden kaçmış. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Gide gide bir memlekete
12
varmış. O memleketin padişahı onu görüp, garip ve yoksul birisi olduğunu anlamış. Buna yardım etmek istediğinden adamlarını gönderip sarayına getirtmiş. Padişah buraya ne diye geldiğini sormuş. O da; “Ben bir rüya gördüm. Anneme babama anlatmadım. Beni dövdüler. Ben de evden kaçıp buralara geldim.” demiş. Padişah da; “O zaman rüyanı bana anlat.” demiş. Delikanlı rüyasını padişaha da anlatmayacağını söyleyince padişah sinirlenmiş. İki tane muhafız çağırıp bunu asmalarını emretmiş. Muhafızlar delikanlıyı asmaya götürürken, padişahın kızı pencereden delikanlıyı görmüş. Delikanlı yıllar geçtikçe yakışıklı bir insan olduğu için kız ona âşık olmuş. Muhafızların onu asmaya götürdüklerini öğrenince, onlara altın verip delikanlıyı kendi yanına almış. Elbiselerini de muhafızlara vererek; “Bu elbiseleri alın. Bir koç kesip koçun kanını elbiselere sürün. Babama da onu öldürdüğünüzü söyleyin.”demiş. Muhafızlar kızın dediklerini yapmışlar. Padişah da delikanlının öldüğüne inanıp onu unutmuş. O zamanlar, bu memlekete komşu bir memleketin kralı bu memleketi ele geçirmek istermiş. Bunun için savaş hazırlığı yaparmış. Padişah ondan kendileriyle savaş yapmamasını istemiş. Bunun üzerine komşu memleketin kralı: __“Üç tane sorum var. Eğer bunları bilirsen seninle savaş yapmayacağım; ama bilemezsen savaşırım.” demiş. Padişah bunu kabul etmiş. Kral ilk sorusunu sormuş: __“On tane kaz göndereceğim. Bu kazların içinden hangisinin anası olduğunu bileceksiniz.” Padişah bütün adamlarını toplamış, ama hiç kimse bu sorunun cevabını bilememiş. Padişahın kızı ağlaya ağlaya sakladığı delikanlının yanına gelmiş. Olanları ona anlatmış. Delikanlı: __“Bundan kolay ne var? Kazları akşam bir kümese koyun sabah kümesin kapısını açtığınızda hangisi önce çıkarsa o öbür kazların anasıdır.”demiş. Bunun
üzerine
kız
babasının
yanına
gidip;“Ben
kazların
anasını
bulabilirim.”demiş. Delikanlının anlattığı gibi kazlara kümese koymuş. Sabah kümesin
13
kapısını açmış ve ilk çıkan kazı almış. Kızın babası da kazı diğer ülkenin kralına göndermiş. Kral; “İlk soruyu bildiniz, sıra ikinci soruda.” diyerek ikinci sorusunu sormuş: __“Size iki at vereceğim. Bunlardan hangisi anası, hangisi tayı ?” Padişah bütün adamlarını toplamış. Ama kimse atların hangisinin ana, hangisinin tay olduğunu bilememiş. Kız yine delikanlının yanına gitmiş. Delikanlı; “Bu sefer niçin ağlıyorsun?” diye sormuş. Kız: __“Bu sefer de iki tane at gönderdiler. Hangisinin tay hangisinin anası olduğunu bulmamızı istediler. Ama kimse bunu bilemedi.”demiş. Delikanlı: __“Bundan kolay ne var? Bunları akşam ahıra bağlayın. Sabah yem götürünce, hangisi önce kişnerse anası odur.” demiş. Kız delikanlının dediğini yapmış. Atların hangisinin ana, hangisinin tay olduğunu bilip babasına söylemiş. Diğer memleketin kralına haber vermişler. Kral bunu da bildiniz diyerek son sorusunu sormuş: __“Size bir tuzak vereceğim. Bunu açın, kapatın bize gönderin.” demiş. Kralın bu isteğini padişahın hiç bir adamı yerine getirememiş. Kız yine ağlayarak sakladığı delikanlının yanına gidip olanları anlatmış. Delikanlı kıza: __“Merak etme. Ben hallederim. Şimdi o tuzağı buraya getir. Seninle üstüne yatalım. Sabaha kadar açılır kapanır.”demiş. Kız oğlanın dediğini yapmış. Sabah tuzağı babasına götürmüş. Babası krala tuzağı göndermiş. Kral; “Tamam. Bütün sorularımı bildiniz. Ama bu soruları kim bildiyse benim yanıma gelsin.” demiş. Padişah krala soruları kızının bildiğini söylemiş. Ama ben o kralın yanına kızımı nasıl salarım diye de korkmuş. Ama kız babasına: __“Bu soruları ben bilmedim. Yıllar önce senin asacağın bir adam vardı. Ben o adamı astırmadım. Bütün soruları işte o adam bildi .”demiş.
14
Bunun üzerine padişah kızından onu yanına getirmesini istemiş. Kız da getirmiş. Padişah: __“Bütün bu soruları sen mi bildin?” __“Evet, padişahım ben bildim.” __“O zaman komşu memleketin kralı seni istiyor. Onun yanına gideceksin.” Delikanlı bunu kabul etmiş. Kralın yanına gitmiş. Kral delikanlıya kızını vereceğini söylemiş. Delikanlı: “Eğer kızınız Müslüman olursa onunla evlenirim.” demiş. Kız Müslüman olmuş ve evlenmişler. Kraldan bir altın alarak karısıyla beraber padişahın yanına gelmiş. Padişah delikanlıya başından ne geçtiğini sormuş. Delikanlı: __“Kral bana kızıyla bir heybe altın verdi.”demiş. Padişah: __“Ben de sana kızımı ve bir heybe altın vereceğim.”demiş ve vermiş.
Delikanlı iki hanımı ve iki heybe altın ile evine gelmiş. Köyünde kırk gün kırk gece düğün yapmış. Böylece yıllarca mutlu yaşamışlar.
Bir gün delikanlı namaz kılacakmış. Abdest alırken hanımlarının birisi su döküyor birisi de havluyu tutuyormuş. Delikanlı birden gülmeye başlamış. Hanımları merak edip niçin güldüğünü sormuşlar. O da: __“Yıllar önce bir rüya görmüştüm. İşte o günden beri başıma ne geldiyse hep o rüyanın yüzünden geldi. Şimdi aklıma o rüya geldi de ona güldüm.” demiş. Hanımları da: _ “Hayır ola. Rüyanda ne gördüydün?” demişler. Delikanlı: __“Rüyamda ay bir omzumda, güneş bir omzumda idi.” demiş. Hanımları da birer birer Ay benim, Güneş de benim” demişler. Bundan böyle delikanlı ve hanımları mutlu bir şekilde yaşamaya devam etmişler.Onlar ermişler muratlarına,biz çıkalım kerevetine… (Mehmet Karabulut, 68, İlkokul Mezunu, 1993, Kabut Köyü)
15
4. Tak Tak Tabacık Bizi Azıtan Babacık Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Az söylemesi sevapmış, çok söylemesi günahmış. Memleketin birinde anneleri ölmüş, Gökçe adında bir kız, bir de erkek kardeş babalarıyla yaşarlarmış. Gel zaman, git zaman babaları bir kadınla evlenmiş. Analığın yanında getirdiği bir de kızı varmış. Baba, köyün sığırlarını güder, iki kardeş de babalarına yardım ederlermiş. Analık, yoğurdun yüzünü, yemeğin yağlı kısmını kendi kızına yedirir, diğerlerine de kuru ekmek verirmiş. Böyle olduğu halde kendi kızı hallenmez, üvey çocukları ise günden güne serpilip güzelleşirmiş. Bu da analığı çileden çıkarır, üvey çocuklara kini, günden güne artarmış. Bunun bir sırrı varmış; bir gün Gökçe dağda sığırları güderken çok susamış. Su ararken iki eşmeye rastlamış. İkisinden de billur gibi sular kaynar, incecikten akarlarmış. Gökçe biraz tereddütten sonra “bismillah” deyip sağdaki eşmeden su içmiş, elini yüzünü yıkamış. Suya şavkı düşmüş, bir de ne görsün; incecik bakımsız yüzü olmuş bir dünya güzeli… Kız gülünce yüzünde güller açılır, ağlayınca inci mercan saçılırmış. Analık, Gökçe’nin güzelliğini merak eder olmuş. Bir gün kendi kızını dağa yollamış, azık çantasını da boynuna asmış, Gökçe’nin sırrını öğrenmesini istemiş. Kız, dağa babasının ve kardeşlerinin yanına geldiğinde seslenmiş; -
Sizin için ta buralara kadar yoruldum, gelin yemeğinizi alın, demiş. Gökçe, koşarak üvey kardeşinin yanına gelmiş, azığı almış. Üvey kardeşi:
-
Kız ne yapıyorsun da böyle güzel oluyorsun? Demiş.
-
Şu eşmede elimi yüzümü yıkıyorum, demiş. Üvey kardeşi, Gökçe’nin gösterdiği eşmeye gelmiş. “Bu kız benim güzel
olmamı istemez” diyerek diğer eşmede elini yüzünü elini yüzünü yıkamış, yıkamış ama bir de ne görsün; zaten çirkin olan yüzü daha da çirkinleşmiş, kararmış. O da suda şavkını görünce ağlaya ağlaya köye, anasının yanına gelmiş.
16
Durumu öğrenen analık çok zalimleşmiş. Akşam baba ve çocuklar gelince eve kan koymuş, beddua edermiş; “Ocağınız batsın da tütününüz sönsün. Biricik kızımı ne hale getirdiniz, ben yarın babamın evine gideceğim” der de başka bir şey demezmiş. Sabaha kadar çekişmiş, kavga etmiş. Sonunda üvey çocukları azıtmaya kocasını razı etmiş. Sabahleyin babası çocuklara, ormana oduna gideceklerini söylemiş. Gökçe huylanmış, yanına büyük bir yumak almış. Baba, öküzleri kağnıya koşmuş, kös kös ormanın yolunu tutmuşlar. Gökçe, yumağı çözerek babasının ardından gelirmiş. Ormana vardıklarında baba burun kırın ederek; -
Ben odun keseceğim, sizde kuru odun toplayın, akşam kağnıya yükler gideriz, demiş. Ormanın içinden görünmeden kağnıyı koşup eve gelmiş. Gökçe, huylanmasının
doğruluğunu görmüş, akşama doğru yumağı sara sara eve gelmişler. Nasıl geldiklerini öğrenen baba, ertesi gün kağnının üstüne bir heybe koymuş, heybenin içinde kuru bir kabak varmış. Yine ormana gelmişler. Babaları çocuklarına; -
Siz burada kuru odun toplayın, ben ilerde balta ile odun keseceğim, baltanın sesi kesilince yanıma gelin odunları yükler gideriz, demiş. Gökçe, gelirken yola buğday döküldüğü için “nasıl olsa yolumuzu buluruz”
demiş ve fazla korkmamış. Babaları ormanın içinde görünmez olmuş ama baltanın sesi duyulmaya başlamış. Çocuklar da kuru odun toplamaya başlamışlar. Öğle olmuş, ikindi olmuş hep baltanın sesi gelirmiş. Gün batmış, çocuklar “babamız ne yaptı, gidip bir bakalım” demişler. Sesin geldiği yere doğru yürümüşler. Oraya vardıklarında dona kalmışlar. Babaları bir sırık dikmiş, kuru boş kabağı da başına geçirmiş. Rüzgâr vurdukça kuru boş kabak tak tak edermiş. Gökçe, “tak tak tabacık, bizi azıtan babacık, kaderimizde bu da varmış” deyip kardeşine sarılmış. Gündüz gelirken yola döktükleri buğdayları kuşlar yediğinden ormanda yollarını bulamamışlar.
17
İki kardeş ıssız ormanda uğultulardan korkarak, titreyerek birbirlerine ağlamışlar. Geceyi tedirgin geçirmişler. Bir canlıya rastlarız diye ormanın içinde yürümeye başlamışlar, öğle olmuş. Erkek kardeşin susuzluktan dili damağına yapışmış. Su ararken bir göle rastlamışlar. Erkek kardeş suya kapanmış, ablası “kurban olayım kardeşim, sudan sakın içme” demiş. Kardeşi sudan içmiş. İçince de bir geyik olup suyun içinde çırpınıp ormanın içine doğru kaybolup gitmiş. Gökçe yine yalnız kalmış, ağlayarak yoluna devam ediyormuş. O gün beyin oğlu da kırk atlı arkadaşı ile av avlamaya, kuş kuşlamaya çıkmışmış. Ormanda gezerlerken uzakta ıklım salkım bir karaltının hareket ettiğini görmüşler. Beyin oğlu “mal ise sizin, can ise benim” diyerek atlarını karartıya sürmüşler. Beyin oğlu oraya gidip de ağacın altında bir de ne görsün? Güzeller güzeli bir kız, güldükçe güller açılır, ağladıkça inci mercan saçılırmış. Beyin oğlu; -
Kız sen, in misin, cin misin? Demiş Gökçe Kız;
-
Ne inim, ne cinim. Seni beni yaratan Allah’ın kuluyum, demiş. Demiş ama kızın gönlü oğlana, oğlanın gönlü de kıza akmış. Havaslıkları
düşmüş birbirlerine. Beyin oğlu “aşağı in” dermiş, kız nazlanır inmezmiş. Uzatmayalım, kızı aşağı inmeye razı etmiş, beyin oğlu. Atının terkisine bindirip sarayına getirmiş. Kırk gece toy, düğün etmişler, eğlenmişler. İki sevgili mutluluk içinde yaşaya dursunlar, sarayda beyin oğlunda gözü olan bir Arap kızı yaşarmış. Gökçe’nin sarayda dolaştığını gördükçe katıklığı kabarır içten içe kin duyarmış. Bir gün Gökçe, sarayın önünde akan ırmakta çamaşır yıkamaya gitmiş. Irmağın kenarına ateş yakmış, yunak kazanının üstüne oturmuş, çamaşır yıkamaya koyulmuş. Arap kızı, sessizce Gökçe’nin arkasına yaklaşmış, suya itmiş. Gökçe cumbatak suya
18
düşüp kaybolmuş. Arap kızı kazanı devirmiş, ateşi dağıtmış, şıltak yaparak, ağlayarak saraya gelmiş. Gökçe’nin ırmağa düştüğünü sahte bir üzüntüyle anlatmış. Gel zaman git zaman Arap kızı sonunda beyin oğlu ile evlenmeyi başarmış. Bu arada hep Gökçe kızı merak eder dururmuş, Arap kızı. Bir gün ırmağın kenarına gelmiş, bir de ne görsün; ırmağın kenarında biri kırmızı, biri mercan yeşili iki gülün büyüdüğünü görmüş. Yine katıklığı kabarmış cazının. Gülleri yolup ateşe atmış. Güller vicir vicir bağırarak yanmış. Aynı şehirde bir de koca karı yaşarmış. Irmağın kenarında dolaşırken, küllerin arasında ışılayan bir şey görmüş. Bakmış bir yalmanlı iğne. Almış beline, kuşağına sokmuş. Eve gelince yalmanlıyı iğneliğe iliştirmiş. Koca karı, komşulara oturmaya gidip eve döndüğünde evin temizlenip düzenlendiğini, envai çeşit yemeklerin hazırlanıp, sofranın da kurulduğunu hayretle görürmüş. Bir gün beş gün… Bu hep böyle devam edermiş. Koca karı, bu durumu çok merak edermiş. Bir gün yine komşulara gidermiş gibi yapıp, eve saklanmış. Biraz sonra iğnelikten bir kız inmiş, ama ne kız. Öyle güzel öyle zarifmiş ki su içerken boğazından suyun geçtiği bile görülürmüş. Güzel kızı bileğinden tutmuş, kıza; - İn misin, cin misin? Diye sormuş. - Ne inim, ne cinim. Seni beni yaratan Allah’ın kuluyum, demiş. Kız, başından geçenleri anlatmış. Koca karı çok sevmiş bu kızı. Sırrını ortak sır yapmış, ana-kız olarak yaşamaya karar vermişler. Aradan günler, aylar geçmiş. Bir gün dışarıda bir tellalın “ Ey ahali, duyduk duymadık demeyin. Beyimizin atları dağıtılacak, isteyen şehir meydanına gelsin.” Diye çağrısı duyulmuş. Kız anasına bunun nedenini sormuş. O da “Şehrimizde gelenektir, halktan herkes beyin oğlunun atlarından bir tane alır, bahara kadar besler” demiş. Kız anasına; -
Ana ne olur bir at da biz alalım, demiş
Anası;
19
-
Kızım, şu yoksul halimizle atı nasıl besleriz, demiş.
Gökçe “ onu bana bırak” deyip, anasını razı etmiş. Anası at almak için şehrin meydanına gelmiş. “Bana da bir at verin” demiş. Ama atların hepsi kapış kapışa gitmiş, hepsini biri alıp gitmiş. Yalnız zabın bir topal at kalmış. Beyin oğlu, ihtiyar kadının gönlünü kırmamak için topal atı da ona vermiş. Kadın, atı eve getirip, ahıra bağlamış. Güzel kız, her akşam ahırda saçını yıkar, sabaha kadar diz boyu çayırlar yükselirmiş. Kış geçip, bahar gelmiş. Herkes birer ikişer atları meydana getirmişler. Beyin oğlu da meydanda merakla beklermiş. Gelen atların kimi ölmüş, kimi bir deri bir kemik kalmış halde imiş. Beyin oğlu hiç memnun olmamış. Beklemişler, kim geldi, kim gelmedi? Diye. Koca karı gelmedi, demişler. Beyin oğlu “Onun götürdüğü atta ölmüştür ama yine de bir bakın” demiş. Çağırmışlar, koca karı atın yularından tutmuş gelir. Atı gören parmağını ısırırmış. Bu atın, verdikleri at olduğuna kimse inanmamış. Beyin oğlu koca karıya; -
Bu atı kim besledi? Diye sormuş. Koca karı yalan söylememiş. Evde kızının beslediğini söylemiş. Beyin oğlu
haber gönderip, kızın gelmesini söylemiş. Kız, “O benim ayağıma gelsin” diye cevap göndermiş. Durum beyin oğluna anlatılmış. Beyin oğlu kendi kendine “ Bu kız da kim oluyor, beyi ayağına çağırıyor” demiş. Dermiş ama merak da edermiş. Hep birlikte kızın kaldığı eve gelmişler. Kızı yine çağırmışlar, kız bu sefer “Ayağımın altına halı döşesinler de geleyim” der naz edermiş. Çaresiz onu da kabul etmişler. Kız dışarı çıkmış ama ne kız… Doğan aya doğmam diyor, batan güne batmam diyor. Beyin oğlu dona kalmış. Çünkü bu kız Gökçe’nin ta kendisiymiş. Gökçe, olanı biteni beyin oğluna anlatmış. Beyin oğlu Arap kızını yanına çağırmış sormuş; -
Kırk satır mı istersin, kırk katır mı? Demiş.
20
Arap kızı kendi kendine “Kırk satırı ne yapayım, kırk katırı alır, satarım.” Demiş. -
Kırk katır, demiş Arap kızı. Arap kızını kırk katırın kuyruğuna bağlamışlar, katırları kamçılayıp dağa doğru
sürmüşler. Arap kızı da cezasını çekmiş. Gökçe ve beyin oğlu için yeniden düğün dernek edip, hoş muradına geçmişler. (Mesture Kurt, 64, Okur-yazar değil, Karahisartatlısı Köyü, 1991)
21
2. EFSANE
Akdağmadeni ve çevresinde birçok kutsal taş, ağaç ve mağara bulunmaktadır. Her biri için ayrı ayrı efsaneler anlatılır. Efsanenin başlıca niteliği inanış konusu olmasıdır. Efsanenin anlattığı şeyler doğru, gerçekten olmuş gibi kabul edilir. Bu niteliği ile efsane masaldan ayılır, hikaye ve destana yaklaşır. Başka bir niteliği de düz konuşma diliyle ve her türlü üslup kaygısından yoksun, hazır kalıplara yer vermeyen kısa bir anlatı oluşudur. Kısacası efsane, kendine özgü bir üslubu, kalıplaşmış, kurallı biçimleri olmayan, düz konuşma dili ile bildirilen bir anlatı türüdür. (Boratav, 2003, 121-122) Alman Grimm Kardeşler efsaneyi; “Efsane, gerçek veya hayali muayyen şahıs, hadise veya yer hakkında anlatılan bir hikâyedir.” Şeklinde tanımlar. (Karadavut, 1992, 17) Efsane konusunda geniş bir araştırma yapan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun efsane araştırıcıları için büyük bir kaynak olan “Efsane Araştırmaları” adlı eserinde, Sakaoğlu efsanelerin hususiyetlerini şu şekilde tespit etmiştir; a. Şahıs yer ve hadiseler hakkında anlatılırlar. b. Anlatılanların inandırıcılık vasfı vardır. c. Umumiyetle şahıs ve hadiselerde tabiatüstü olma vasfı görülür. d. Efsanelerin belirli bir şekli yoktur; kısa ve konuşma diline yer veren bir anlatmadır. (Sakaoğlu, 1992a: 10) Efsane kaynağını dinden, mitolojiden ve gerçek hayatın artıklarından alır.
22
Hocam Doç. Dr. Zekeriya Karadavut, “Yozgat Efsaneleri” adlı yüksek lisan tez çalışmasında, Yozgat yöresinden derlenen 101 efsaneye yer vermiş ve efsanelerin şekil ve kavram özelliklerinden bahsetmiştir. Karadavut’a göre efsanenin özellikleri şu şekildedir; “Efsaneler anlatıldığı toplumun sosyal hayatında etkili olur. İnsanlar açıkça söyleyemediği duygu ve düşüncelerini efsaneler vasıtasıyla dile getirirler. İyi-kötü, güzel-çirkin, haklı-haksız gibi kavramlar efsaneler vasıtasıyla benimsetilmeye çalışılır. Gelenek-görenek ve adetlerin yaşamasında efsanelerin koruyu tesiri vardır. Efsanelerde kötüler ve kötülükler cezalandırılıp iyiler ve iyilikler mükâfatlandırılarak, insanlar iyilik yapmaya teşvik edilir. Yaşlıya saygı, kimsesize sahip çıkmanın gerekliliği efsanelerde dile gelir. Birbirini seven insanlara saygı gösterilmesi, bunları ayırmanın da iyi olmayacağı yine efsanenin mesajları arasındadır. Bazı insanların olağanüstü vasıflara sahip olduğu, bunlara yaşarken de öldükten sonra da saygı gösterilmesi gerektiği efsanelerin motifleri içinde yer alır. Bir yerin, bir kişinin vasıflarından bahsedilirken oraya kutsallık ifade edilir. İnsanların kuvveti ve zekilikleri de efsaneler vasıtasıyla anlatılır. Kısacası efsaneler hadiseleri ve şahısları kuru kuruya anlatmakla kalmaz, ders vererek ibret alınmasını da sağlar.” (Karadavut, 1992: 147) Akdağmadeni ve köylerinden derlediğimiz altı efsaneyi, Pertev Naili Boratav’ın efsane için yapmış olduğu tasnife göre sıralayacağız. Pertev Naili Boratav efsaneyi dört ana başlık altında tasnif etmiştir. Ayrıca ana başlıkları da kendi arasında dallara ayırmıştır. Boratav’ın tasnifi şu şekildedir; I. Yaradılış Efsaneleri a) Oluşum ve dönüşüm efsaneleri. b) Evrenin sonunu anlatan efsaneler. II. Tarihlik Efsaneler a) Adları belli yerler üzerine anlatılanlar.
23
b) İnsan topluluklarının oturdukları yerler. c) Ünlü büyük yapılar. d) Tarihlik sayılan kişilerden, ya da uluslardan kaldığına inanılan defineler. e) Milletler, hükümdar soyları. f) Büyük afetler. g) Tarihlik niteliği olduğuna inanılan ünlü kişilerin savaştıkları olağanüstü güçlü yaratıklar. h) Savaşlar, fetihler, yayılışlar. ı) Yerleşmiş bir düzene baş kaldırmalar. k) Başlıca tarihlik önemli olaylar ya da sivrilmiş kişiler. l) Sevda maceraları ile ün almış âşıklar, kişilerin aile içi çeşitli ilişkileri. m) Çeşitli başka olaylar içindeki yerleri ile bir toplumun tarihinde iz bırakmış “önemsiz” kişiler. III. Olağanüstü Kişiler Varlıklar ve Güçler Üzerine Efsaneler a) Alın yazısı. b) Ölüm ve ötesi. c) Tekin olmayan yerler. d) Tabiatın bir parçası olan yerler ile hayvanların “sahip” leri (koruyucuları). e) Cinler, periler, ejderhalar vb. olağanüstü güçte yaratıklar. f) Şeytan. g) Hastalık ve sakatlık getiren varlıklar. h) Olağanüstü güçleri olan kişiler. ı) “Mythique” nitelikte hayvan ve bitkiler üzerine anlatılanlar. IV. Dinlik Efsaneler (Boratav, 2000:123-129)
24
Dinlik Efsaneler bölümünü, Zekeriya Karadavut “Yozgat Efsaneleri” adlı yüksek lisans tez çalışmasında üç alt başlığa ayırmıştır. a) Evliyalar üzerine anlatılan efsaneler. b) Ziyaret yerleri üzerine anlatılan efsaneler. c) Peygamberler, Hızır ve diğer din büyükleri üzerine anlatılan efsaneler. (Karadavut, 1992, 111-143) Yöredeki derlediğimiz efsaneler, Boratav’ın
yaptığı bu tasnif içinde
belirtilmiştir. Dinlik Efsaneler ana başlığı altında derlediğimiz efsaneler ise Doç. Dr. Zekeriya Karadavut’un Dinlik Efsaneler için hazırladığı alt dallarda tasnif içine alınmıştır. Boratav’ın tasnifinde ikinci ana başlık olan “Tarihlik Efsaneler” bölümünün “Savaşlar, Fetihler, Yayılışlar” alt dalına giren efsane örneği;
1. Muşallim Kalesi Efsanesi Akdağmadeni ilçesine bağlı Muşalikalesi Köyü’nün merkezinde yüksek bir tepe vardır. Tepenin üstünde sekiz yüz yıllık bir kale olduğuna inanılır. Bu kale devrin büyük savaşlarına sahne olmuştur. Kalenin hemen yanı başında da iki tane türbe mevcuttur. Bu türbelerde Güzelce Mahmut ve Muşlu Ali’nin yattığına inanılır. Türbelerin birinin üstü açık diğerinin üstü ise kapalıdır. Türbesinin üstü açık olan Muşlu Ali için şu efsane anlatılır; Muş Ali ve Güzelce Mahmut, zamanında Yozgat’ın Akdağmadeni İlçesi’nin Kale Köyü’ne Bizanslılarla savaşmaya gelirler. Savaşın en çetin anında Muşlu Ali’nin başını düşmanlar gövdesinden ayırır. Muşlu Ali başını koltuğunun arasına alıp savaşmaya devam eder. Oradan geçen bir cazı kadın;
25
-
Anaa! Şuna bakın, adam kelle koltuğunda hala savaşıyor. Bununla baş gelinir mi?
Deyince, Muşlu Ali olduğu yere yıkılır, şehit düşer. Güzelce Mahmut da orada şehit düşer. Kalenin ismi de bu zattan dolayı Muşallim Kalesi olur.
“Tarihlik Efsaneler” ana başlığının, “Çeşitli başka olaylar içindeki yerleri ile bir toplumun tarihinde iz bırakmış önemsiz kişiler” alt başlığına aldığımız efsaneye örnek; 2. Koroğlu Efsanesi Eski adı “Kabutlu”, yeni adı “Bulgurlu” Köyü’nde soy isimleri Koroğlu diye bir soy vardır. Kor, “mezar” anlamındadır. Bu soy için şu efsane anlatılır; Zamanında Kabutlu Köyü’nü basan Rumlar, hamile bir kadını da öldürüp kazdıkları çukura atarlar. Aylar sonra Rumlar’ın baskını bittikten sonra köyden geçen bir kervan, mezarlığın orda çocuk sesleri duyar. Gider bakarlar ki üç çocuk görürler. Bu çocuklar da adamları görünce korkup hemen mezarın içine girerler. Adamlar merak edip mezarı kazarlar. Kadının çürümemiş vücudunu ve çocukların annelerinden mezarın içinde süt içtiğini görürler. Bu üç çocuktan türeyen boya da Koroğlu derler. Kabutlu Köyü’nde hâlâ bu soy ismi kullanan soy yaşamını devam ettirmektedir. “Dinlik Efsaneler” ana başlığının, “Ziyaret yerleri üzerine anlatılan efsaneler” alt dalına giren efsaneye dört örnek vereceğiz;
26
3. Muşlu Ali Efsanesi Muşlu Ali ve Güzelce Mahmut adlı iki kişi Kale Köyüne gelerek burayı Bizanzlılar’dan korumak için savaşırlar. Başı düşmanlar tarafından gövdesinden ayrılan Muşlu Ali’yi savaş bittikten sonra oraya gömerler. Bir de üstü kapalı türbe yaparlar. Köy halkı ertesi gün türbeye baktıklarında, türbenin kubbesinin yıkıldığını görürler. Tekrar türbenin üstünü kapatırlar. Ertesi gün baktıklarında yine kubbenin yıkıldığını görürler. Bunun üzerine köy halkından evliya birinin gece rüyasına giren Muşlu Ali, ona şunları söyler; “ Bırakın türbemin üstünü kapatmayın. Benim üzerime de rahmet yağsın” Bunun üzerine o gün bugündür, türbenin üstü hala açıktır. Köyün adı da bu zattan gelmektedir.
4. Çelebi Tekkesi Efsanesi (I) Muşalikalesi Köyü’nde bulunan Çelebi Tekkesi için şu efsaneyi anlatırlar; Zamanında Bizanslılarla yapılan savaşta şehit olan Çelebi Efendi ve ailesi için bir türbe yapılır. Yıllar sonra, Çanakkale Savaşı başladığında, çobanın biri davarlarını bu türbenin etrafında güdüyormuş. Biraz dinleneyim diye türbenin yanındaki ağacın altına oturmuş. Dinlenirken, türbenin içinden, çocuk ağlama sesleri işitmiş. Hemen türbenin içine girmiş hiç kimse yok.
27
Ertesi gün yine davarlarını güderken, tekrar türbenin içinden, çocuk ağlama sesleri işitmiş. İçeri girmiş yine hiç kimsecikler yok. Bunun üzerine bir rüya görmüş. Derler ki çobanın rüyasına ak sakallı bir adam gelmiş. Ona; -
“Bu türbeden gelen çocuk ağlama sesleri Çelebi Efendi’nin çocuklarının sesleridir. Babaları Çanakkale Savaşı’na gitmiş de ondan ağlıyorlardır.” Der.
5. Çelebi Tekkesi Efsanesi (II) Yine aynı türbe için şu efsane de anlatılır; Köylünün biri her sabah ibriklerle türbenin içine su taşırmış. Bakarmış ki her namaz vakti su ibriklerinin içi boşalırmış. O suyu Çelebi Efendi ve ailesi abdest almak için kullanırmış.
6. Yılancıoğlu Efsanesi Kirsinkavağı Köyü ile Uzakçayır Köyü’nün tam ortasında Yılancıoğlu Türbesi vardır. Bu türbe çevre halkı tarafından kutsal sayılır. Türbenin başındaki ağaca insanlar hastalıktan kurtulmak ve dileklerinin kabul olması için bez, çaput bağlamaktadırlar. Bu türbe için anlatılan efsane şu şekildedir; Zamanında Kirsinkavağı Köyü’ndeki tepede yaşayan Sarı Dede ve Uzakçayır Köyü’ndeki tepede yaşan Yılancıoğlu birbirlerine, kendilerinden daha ağır, büyük kaya parçaları atarlarmış. Yılancıoğlu’nun attığı kaya parçası karşı tepede bulunan Sarı
28
Dede’nin yanına kadar varmış. Sarı Dede de Yılancıoğlu’nun bulunduğu tepeye kaya parçasını fırlattığında oradan geçen bir kadın havadaki taşı görünce; - “Bak Bak. Taş kendi halinde havada gidiyor.” Deyince Sarı Dede’nin attığı taş, Yılancıoğlu’nun yanına varmadan olduğu yere düşmüş. O zamandan sonra o taşın bulunduğu yere Yılancıoğlu’nun türbesini yapmışlar. Hâlâ günümüzde türbenin bulunduğu yerdeki ağaca, dileklerinin kabul olması ve hastalıklardan kurtulmak için bez bağlanmaktadır.
29
3. HALK HİKÂYESİ
Unutulmaya yüz tutmuş anlatamaya dayalı türlerden biri olan halk hikâyeleri, Akdağmadeni ve çevresinde artık eskisi gibi anlatılmamaktadır. Yurdumuzun özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde hâlâ canlılığını koruyan halk hikâyesi anlatma geleneği, yavaş yavaş teknolojinin de verdiği zararlar doğrultusunda unutulmaya yüz tutmaktadır. Halk hikâyeleri genellikle düğünlerde, uzun kış geceleri köy odalarında, şehir ve kasaba çevrelerinde de ramazan geceleri kahvelerde anlatılır. Ünlü hikâyeciâşıklar uzun çıraklık devresinden sonra hikâyeciliği sanat edinmiş kimselerdir. Sanatlarının karşılığında, ücret ya da çeşitli bağışlarla geçimlerini sağlarlar. (Boratav, 2003, 73) Akdağmadeni ve çevre köylerinde derlediğimiz halk hikâyelerine geçmeden, halk hikâyelerinin tanımı, şekil, muhteva özellikleri ve tasnifi üzerinde kısaca duracağız. Halk hikâyeleri konusunda geniş bir araştırma yapan Hocam Prof. Dr. Ali Berat Alptekin, halk hikâyelerini, “Göçebelikten yerleşik hayata geçişin ilk mahsullerinden olup; aşk, kahramanlık, vb. konuları işleyen; kaynağı Türk, Arap-İslam ve Hint-İran olan, büyük ölçüde âşıklar ve meddahlar tarafından anlatılan nazım nesir karışımı anlatmalardır” (Boratav, 1946: 70) şeklinde tanımlanmıştır.
30
Pertev Naili Boratav’ın halk hikâyesi için görüşleri şu şekildedir; “Yeni ve orijinal bir nev’i karakteri alarak meydana gelen halk hikâyeleri, yerini tuttuğu destanın birçok vasıflarını hâlâ taşımaktadır. Fakat bunlar onun asıl karakterini verenler değillerdir. Süratle yeni bir nev’e gidiş vakı’ası karşısında bulunuyoruz. Destanî an’ane gittikçe zayıflıyor, çünkü destanın eski karakterini tayin eden sosyal şartlar gittikçe ortadan kayboluyor.” (Boratav, 1988: 70) Prof. Dr. Ali Berat Alptekin, “Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı” adlı kitabında, halk hikâyelerinin şekil özelliklerini sekiz maddede incelemiştir; 1. Halk hikâyeleri, nazım, nesir karışımı bir yapıya sahiptir. 2. Hikâyelerin girişinde tıpkı masallarda olduğu gibi kalıplaşmış ifadeler vardır. 3. Hikâyelerin dili sözlü varyantlarda sade ve anlaşılır olmasına rağmen yazmalarda biraz ağırdır. 4. Hikâyelerin özellikle giriş kısmında, aslında olmayan, anlatıcı tarafından sonradan ilave edilen manzum parçalara rastlanabilir. 5. Yazma ve matbu halk hikâyeleri sözlü varyantlarına göre daha uzun, şiirleri daha fazladır. 6. Güzellerin ve çirkinlerin tasviri, tıpkı masallarda olduğu gibi kalıplaşmış cümlelerle ifade edilir. 7. Kahramanların hareketleri, bir yere gidişleri, bir olaydan başka bir olaya geçiş, uzun zamanı kısaca ifade etme, vb. olaylar kalıplaşmış sözlerle ifade edilir. Derelerden sel kimi Tepelerden yel kimi Hamza Pehlivan kimi Bâdei serser kimi
31
8. Bir halk hikayesinin metninin içerisinde masal, efsane, fıkra, dua, beddua, deyim, atasözü, bilmece, vb. örneklerine rastlanabilir. ( Bu konu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Alptekin, 2002b, 22-30) Alptekin, halk hikâyelerinin muhteva özelliklerini ise, on yedi maddede incelemiştir; 1. Halk hikâyelerinin konuları genellikle aşk (Ercişli Emrah, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre) ve kahramanlık (Köroğlu, Kaçak Nebi, vb.) tır. Bazen de iki konu birlikte işlenir. (Kirmanşah, Yaralı Mahmut) 2. Halk hikâyelerini meydana getiren olaylar gerçek veya gerçeğe yakındır. 3. Kahramanlarının
başından
geçmiş
gibi
görünen
pek
çok
olayda
olağanüstülükler vardır. 4. Kahramanlar genellikle tek olup olağanüstü bir şekilde dünyaya gelirler. 5. Kahramanın dünyaya gelmesinde yardımcı olan ak sakallı ihtiyar daha sonra; kahramana ad verilmesi, eğitimi, âşık olması ve sevgiliyi aramak için gurbete gitmesi durumlarında da karşımıza çıkar. 6. Kahramanlar genellikle dört şekilde birbirlerine âşık olurlar. a. Bade içerek. b. Aynı evde büyüyen kahramanlar kardeş olmadıklarını öğrenince. c. Resme bakarak âşık olma
.
d. İlk görüşte âşık olma. 7. Destan ve masalda olduğu gibi, halk hikâyelerinin de hususî anlatıcıları vardır. 8. Hikâyelerin bazı bölümlerinde dinleyiciler için yapılan dualar vardır. 9. Hikâyelerde kahramanların en büyük yardımcısı Hz. Hızır’dan sonra attır. 10. Kahramanlar, bazen insan dışındaki varlıklarla da konuşurlar. 11. Halk hikâyeleri genellikle mutlu sonla biter. 12. Hikâyelerin bazıları âşıkların hayatı etrafında teşekkül etmiş olup, onların başından geçen aşk maceralarını anlatır. 13. Kahramanlar tarafından yapılan dua ve beddua mutlaka gerçekleşir.
32
14. Halk hikâyelerinde mekân dünyadır. 15. Bazı halk hikâyelerinde atlı göçebe hayatının özellikleri görülebilir. Ancak çoğu hikâyelerde yerleşik hayata geçiş söz konusudur. 16. Birkaç İran-Hint ve Arap kaynaklı halk hikâyelerinin dışında diğerleri millidir ve hemen hemen bütün Türk dünyasında anlatılır. 17. Hikâyede, asıl kahramanların dışında; a. Kahramanların yakın çevresi b. İdareciler c. Yardımcı tipler d. Ara bozucu tipler e. İnsan olmayan tipler vardır. (Daha geniş bilgi için bkz. A.g.e)
Bugüne kadar halk hikâyesi konusu üzerinde çalışan bazı araştırıcılar bunları konularına, biçimlerine ve çıkış yerlerine göre değişik şekillerde tasnif etmeye çalışmışlardır. Biz çalışmamızda Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ve Pertev Naili Boratav’ın Halk Hikâyeleri tasnifini aldık. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, halk hikâyelerini şu şekilde sınıflandırır; a. Kahramanlık Hikâyeleri b. Sevda Hikâyeleri c. Gerçekçi Hikâyeler (Alptekin, 2002b: 60)
Pertev Naili Boratav ise halk hikâyelerini; I.
Kahramanlık Hikâyeleri
a. Köroğlu Kolları b. Diğer Kahramanlık Hikâyeleri
33
II.
Aşk Hikâyeleri
a. Kahramanları Muhayyel Olanlar b. Âşık Şairlerin Romanlaşmış Hayatları III.
Bu Kategorilere Tamamıyla Girmeyen Hikâyeler
a. Aşk Maceraları b. Meşhur Kaçaklara ve Kabadayılara Ait Hikâyeler Şeklinde sınıflandırmıştır. (Boratav, 2003: 67)
Halk hikâyesi anlatmak ustalık isteyen bir meslektir. Gelişigüzel halk hikâyesi anlatılmaz. Akdağmadeni ve çevresinde yapmış olduğumuz çalışma sırasında halk hikâyesini profesyonel anlatana rastlayamadık. Akdağmadeni yöresinde bundan on sekiz yıl önce, Siyami Taştan’ın derlediği fakat yayınlama fırsatı bulamadığı halk hikâyesine, Siyami Beyin de izniyle çalışmamızda yer verdik. Ayrıca yine Öğretmen Yakup Kurt’un babasından derlediği Köroğlu Kolu’nun Hasan Bey- Dağıstan Kolu’na giren halk hikâyesinin fotokopisine ulaşabildik. Çalışmamızda Akdağmadeni ve çevresinde bilinen bu iki halk hikâyesine yer verdik. Bu halk hikâyelerini derleyen hocalarımızın, derlediği metinleri değiştirmeden ve altlarında kimden derlediklerini belirterek çalışmamıza aldık. Bu hikâyeleri Boratav’ın tasnifine göre sınıflandırdık.
Boratav’ın tasnifine göre “Kahramanlık Hikâyeleri” ana başlığı altında “Köroğlu Kolları’ndan Hasan Bey-Dağıstan Kolu”na giren Köroğlu’nun Hasan adlı bu halk hikâyemizin değişik varyantları vardır. (Köroğlu’nun Hasan adlı halk hikâyesinin Elazığ ve Urfa rivayetleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Pertev Naili Boratav, Köroğlu Destanı, 1984, İstanbul)
34
1) Köroğlu’nun Hasan Köroğlu Dağıstan’da Kırat’la dolaşırken susamış ve bir çeşmenin başına gelmiş. Çeşmede bir kız su doldururmuş. Köroğlu kızdan bir su istemiş. Kız suyu doldurup Köroğlu’na uzatmış, göz göze gelmişler. Köroğlu’nun dizinin bağı çözülmüş, dünyası kararmış, kısacası sevdalanmış ahu gözlü kıza. Kız testilerini doldurup evine giderken, Köroğlu da kızı takip etmiş, evini öğrenmiş. Doğruca Dağıstan’ın imamına varıp olanı biteni anlatmış. Allah’ın emri ile dünür gitmesini istemiş. İmam bakmış Köroğlu’na, mert sözünün eri bir yiğit. Razı olmuş. Akşam olmuş, Köroğlu ve imam kızın babasının evinin kapısını çalmışlar. İzzet ikram, hoş beşten sonra imam, kızın babasına: -
Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızını bu yiğide isterim, demiş
Kızın babası: -
Allah yazdı ise ne diyelim. Kim bu yiğit? Diye sormuş. Köroğlu kendini tanıtmış.
Bolu Beyi’nin şerrinden emin olmak için de anlattıklarının sır olarak kalmasını istemiş. Kızın babası: -
Köroğlu’ndan iyisine mi vereceğim kızımı? diyerek razı olmuş.
O gece genç çiftin nikâhları kıyılıp, gençler gerdeğe girmişler. Sabaha karşı Köroğlu hanımına; - Eğer bir oğlum olursa adını Hasan koyarsın. Büyür de babasını sorarsa, onu Çamlıbel’e yollarsın, demiş. Giderken de bir kılıçla bir de pazıbent vermiş, hediye olarak. Sabahtan vedalaşıp yolunu tutmuş.
35
Gel zaman git zaman Köroğlu’nun Dağıstan’da bir oğlu olmuş. Adını Hasan koymuşlar. Hasan büyüdükçe gelişmiş, gürbüzleşmiş. Kendinden büyüklerle oynar, güreşirmiş. Bir de tayı varmış. Bu tay Köroğlu’nun ilk geldiği gece, kıratın ahırda birlikte kaldığı al kısraktan olma imiş. Hasan ona “Al İdiş” der severmiş. Hasan’ın dedesi, bir zamanlar Padişahın ordusunda nefermiş. Bir çok savaşlara katılmış, serhat boylarında at oynatmış. Gözü pek bir yiğitmiş. Torununa ata binmeyi, kılıç kullanmayı, ok atmayı öğretmiş. Hani Yozgat’ta söylenen bir söz vardır. “Aslı kurt, kurt yavrusu kurt olur” diye… Hasan da on altı yaşına geldiğinde babası gibi yiğit, mert, doğru sözlü bir yiğit olmuş. Günler böyle geçerken Hasan bir rüya görmüş. Rüyasında, kırmızı ve beyaz gülerin açtığı, büyük bir bahçenin içinde kara gözlü, siyah saçlı, ince belli bir kız görmüş. Sevdalanmış bu kıza. Aynı rüyayı o kız da görmüşmüş. Rüyanın etkisi ile Hasan yemeden içmeden kesilmiş. Anası derdini sormuş, o da olanı biteni anlatmış. Anası; - Senin Çamlıbel’de bir baban var. Sana ancak o yardım eder, demiş. Ertesi gün Hasan hazırlıklarını yapıp, Al İğdiş’i de dışarı çıkarmış. Anası, babasının verdiği kılıcı beline, pazubenti de koluna takarak “Allah işini rast getire” deyip Çamlıbel’e doğru yolcu etmiş. Hasan, gâh at üstünde, gah yürüyerek, konaklayarak Çamlıbel’e varmış. Köroğlu’nun gözcüleri uzaktan gelen atlıyı görmüşler. Ne görsünler… Toy bir delikanlının altında dağları denetleyen bir küheylan. Gözcüler sevinçle koşarak, Köroğlu’na gelip; - Beyim, bugün bize iyi bir av çıktı. Bir atlı bize doğru geliyor. Bindiği at Kırat’ın ta kendisi. Üstündeki çocuktan bu atı alalım, derlermiş.
36
Köroğlu kendi kendine “Nasıl olur? Kıratın eşi var mı ki, bu atı kırata benzetirler” der merak edermiş. Atlı yaklaşmış, yiğitler etrafını sarmışlar. Köroğlu ileri çıkıp; -
Be hey densiz! Destursuz bağa girenin hali ne olur? Çabuk
kendini tanıt, diye gürlermiş. Delikanlının kıllı kıpırdamaz, atının üstünde dimdik dururmuş. Yiğitler bu tüysüz oğlanın cesaretine hayran kalmışlar. Delikanlı: - Önce sen kendini tanıt, demiş. Köroğlu kızıp bir dörtlük okumuş. (Kaynak şahıs buradaki dörtlüğü unuttuğunu söylemiştir.) -
Bana Koç Köroğlu derler. Demiş.
Delikanlı: - Sana Koç Köroğlu derlerse, bana da Dağıstanlı derler demiş. Neşesiz, sessiz geçen Çamlıbel’e bir eğlence çıkmış. Durumu gören kadınlar da gelmiş, gülerlermiş. Nasıl gülmesinler, tüysüz bir delikanlı koca Koç Köroğlu’na beyit söyler, kafa tutmuşlar. Köroğlu delikanlıya: -Belanı mı arınsın? Ne istersin? demiş. Delikanlı: - Beyinizle vuruşarak, güreşmek dilerim. Bakalım el mi yaman, bey mi yaman demiş. Köroğlu’nun gözü delikanlının belindeki kılıç ile pazubente ilişmiş. Duralamış. Yanındakilere usulca “Bu delikanlı benim oğlum galiba”, demiş. Kadınlar fısıltıyı duymuşlar, “Köroğlu bu çocuktan korktu” der gülerlermiş. Köroğlu, ister istemez güreşe razı olmuş. Güreş meydanına çıkmışlar. Yiğitler Köroğlu’nu tutarlar, kadınlar
37
da
delikanlıyı
desteklerlermiş.
Uzun
bir
güreşten
sonra,
Köroğlu
oğluna
kıyamadığından mı, delikanlının yiğitliğinden midir, delikanlı Köroğlu’nun göbeğini güne getirip güreşi kazanmış. Yiğitlerin canları kaynamış bu yiğide, “Helal yiğidim, analar ne aslanlar doğurmuş.” deyip överlermiş. Köroğlu biraz mahcup biraz sevinçli delikanlının yanına varıp sormuş: - Senin adın Hasan mı? - Evet, adım Hasan’dır. Nereden bildin? - Ben senin aradığın babanım, deyip oğluna sarılmış. Oğlu da babasının elini öpüp af dilemiş. Çamlıbel’e bir bayram havası gelmiş. Yenilip içilip eylenmişler. Günler böyle geçerken Hasan yine yemeden içmeden kesilmiş, kimseyle konuşmaz olmuş. Durumu fark eden Köroğlu, Hasan’a: - Bir derdin mi var oğul? Söyle de bir çare arayalım. Hasan, utana sıkıla rüyasını anlatmış, sevdalandığından bahsetmiş. Köroğlu: - Bak yiğidim, senin anlattığın yer Bolu Beyi’nin sarayıdır. Ordudan kimse sağ çıkmaz, dediyse de oğlunu vaz geçirememiş. ”Beraber gidelim” olmuş, Hasan ona da yanaşmamış. Çaresiz kalan Köroğlu saçından iki tel koparıp Hasan’a vermiş. Sonra demiş ki: -Başın derde girerse bu telleri birbirine sürtersen, nerde olursan ol gelir yetişirim, demiş. Hasan telleri mendilinin ucuna sarıp, koynuna koymuş. Al İğdiş’e binip sarayın yolunu tutmuş. Hasan saraya gele dursun, Bolu Beyi’nin kızı da sarayın penceresinden rüyasında gördüğü delikanlının yolunu gözler dururmuş.
38
Uzatmayalım, Hasan görünmeden sarayın bahçesine, oradan da pencereye varmış. Orda kız ile oğlan birbirlerine beyit söylemişler. Akşam kaçmaya karar vermişler. Gece yarısı kız, babasının ahırından bir at alıp, Hasan’la birlikte, bekçilere görünmeden yola koyulmuşlar. Sabaha kadar at sürmüşler. Çayır çimenlik bir su başına varmışlar. Yorulduklarından konaklamaya karar vermişler. Atları çayıra bağlayıp, çadırı da kurduktan sonra hemen uyumuşlar. Öyleye doğru kız uyanmış, bir de bakmış ki, bir toz bulutu kendilerine doğru yaklaşmakta. Babasının askerlerinin geldiğini anlayıp, Hasan’ı uyandırmadan karşılamış gelenleri. Hepsini kırıp geçirmiş, Hasan’ın yanına döndüğünde o da uyanmış. Kız Hasana, - Şu tepenin ardında bir kaç keklik avladım. Acıktık getir de yiyelim, demiş. Hasan tepenin arkasına vardığında ne görsün; her taraf cesetlerle dolu. Durumu anlayıp, atlara binip yola koyulmuşlar. Biraz gittikten sonra yine atlıların yaklaştıklarını görmüşler. Kız “yine ben karışılayım” demiş, Hasan razı olmamış. Gelenleri karşılayan Hasan, akşama kadar cenk etmiş. Akşam çadıra yaralanmış olarak dönmüş. Ertesi gün gene cenk etmiş, kılıç değmedik yer kalmamış vücudunda. Takatsiz çadıra yatmış. Artık gücü kalmadığından sabaha öleceklerini düşünmeye başlamışlar. Böyle çaresizlik içinde düşünürken, Hasan’ın aklına babasının verdiği saç telleri gelmiş. Telleri birbirine sürttükten sonra bayılmış. Köroğlu uyurken yüreğinin birden cız ettiğini duymuş. Sıçrayıp uyanmış. Yüreğini de uyandırarak, “Hasan tehlikede tez varalım” demiş. Tepeden tırnağa silahlı kırk yiğit at sürmüşler Hasan’a doğru. Köroğlu geledursun, kız çadırdan dışarı bakmış ki bir grup asker yine kendilerine doğru gelmekte. Hasan’ın silahlarını kuşanmış, karşılamış gelenleri. Yine aslanlar gibi kükremiş cenk meydanlarında. Bir ara bakmış ki bir grup silahlı adamlar Hasan’ın çadırına yaklaşmakta. At sürmüş çadırın kapısına, elinde kılıç dikilmiş. Gelenler Köroğlu ve Yiğitleri imiş. Köroğlu, düşman olmadıklarını söyleyip, çadırdan içeri Hasan’ın yanına girmiş. Hasan kanlar içinde yatmaktaymış. Kıza dönmüş.
39
- Kızım bu delikanlı ölmek üzere. Bundan sana fayda gelmez artık. Git babanın askerlerine teslim ol, demiş. Kız; - Bir kız ölüme sevdiğiyle beraber gider, bu sözü bir daha duymayayım, demiş.
Köroğlu: -Aferin kızım, senden umduğum da buydu, deyip Bolu Beyi’nin
askerlerine saldırmışlar. Gökler Köroğlu’nun narasıyla gürlemiş, at kişnemeleri kılıç şakırtıları vadiyi doldurmuş. Toz duman içinde yiğitler, kan döküp can yakmışlar. Askerlerin bir kısmı kaçmış, bir kısmı da cenk meydanında can vermişler. Köroğlu, gelini, oğlu ve yiğitleriyle Çamlıbel’in yolunu tutmuşlar. Çamlıbel’de, birkaç gün sonra Hasan’ın da yaraları iyi olmuş. Genç sevdalıları nikâhlayıp evlendirmişler. Yiğitlikleri dilden dile dolaşarak Yozgat’a kadar ulaşmış, söylenir olmuş.
Derleme Yeri: Akdağmadeni- Karahisartatlısı Köyü Kimden Derlendiği: Seyit Kurt, 64 yaşında, okur yazar Derleyen Kişi ve Tarihi: Yakup Kurt, 1967
40
Yörede bilinen Kısmet adlı hikâyeye, Boratav ve Sakaoğlu’nun tasnifleri arasında yer bulamadık.
2) Kısmet Bir adamcağız çok fakirmiş. Oğlunu evermiş. Oğlunun bir oğlu olunca, para yetiştiremeyip çok fakirleşmişler. Bakmış ki bu iş böyle olmayacak oğluna demiş ki, - “Oğlum. Bir yatak al git. Belki başka yerlerde nasibiniz açılır. Görüyorsun siz perişan biz perişan… Ertesi günü oğlu eşeğine yatağı yükleyip, karısını ve oğlunu alıp yola düşmüş. Köyü çıktıktan sonra yol üzerinde bir it eniğine rastlamışlar. Çocuk babasına, - “Ne olursun baba bunu da alalım. Benim arkadaşım olur” deyince babası da oğlunun hatırını kıramamış. Küçük yavruyu çocuğunun kucağına verip yola devam etmişler. Bir şehre, akşama yakın inmişler. Sorup soruşturmuşlar. Kendilerine bir türlü münasip bir ev bulamamışlar. Sadece bir ev varmış. İçinde yatır olduğu için kimse cesaret edip oturamıyormuş. Çaresiz bu eve yerleşmişler. Adam, çolunu çocuğunu yerleştirdikten sonra iş bulmak için şehre gitmiş. Adam şehre gide dursun, evdeki çoluk çocuk korkudan titremeye başlamışlar. Duvardan bir ses “Çıksam, çıksam…” deyip durunca kadının sabrı tükenip - “Çıkacaksan çık. Ölmüş eşek kurttan mı korkar. Her gün ölmektense çık da bir gün ölelim” deyince duvar yarılıp, altınlar dökülmeye başlamış. Kadın altınları toplarken kocası, yavan yaşlık bir şeyler bulup eve gelince, kadın sevinçle, - “Herif, herif altınlara bak. Şunun birini al git altıncıya bozdur. Acaba gerçek mi yalan mı? Gerçekse, gelirken yiyecek bir şeyler al da gel” demiş. Adam sevinçle gidip altını bozdurmuş. Gelirken de birbirinden güzel yiyecekler, giyecekler almış. O günden sonra altınları kimse şüphelenmeyecek şekilde
41
bozdurup, yeni bahçeli bir ev almış. Artık zengin oldukları için evinde kuş sütü bile eksik değilmiş. Bu arada küçük köpek büyümüş. Yanına birde güzel kuzu almışlar. Çocuk devamlı bu ikisi ile oynar dururmuş. Onlar kendi halinde oynaya dursun, adamın zenginliği etrafa duyulmuş. Zengin adamın babası, oğlunun zengin olduğunu duyunca merak edip yollara düşmüş. Şehirde sorup soruşturduktan sonra, oğlunun evini bulmuş. Oğlu, babasına hürmetten nasıl davranacağını şaşırmış. Bu arada büyükbaba gizliden gizliye bu işin aslını öğrenmek için kısmet bakıyormuş. Sonunda kısmetin yolda aldıkları köpekte olduğuna karar vermiş. Bir gün oğluna; “ Oğlum. Yolcu yolunda gerek. Artık gitsem iyi olur. Anan köyde yalnız” deyince oğlu da babasına isteği olup olmadığını sorunca, babası da; “Oğlum şu köpeği bize ver. İki ihtiyar yalnızız. Bari kapımızı bekler.” Demiş. Oğlu; - “Ama baba, o köpek çocuğun. Çocuk onu çok seviyor. Ondan kopamaz.” Demiş. Bu arada köpekle kuzu oynaşıyormuş. Adam çaresizken bakmış ki kısmet kuzuya geçmiş. Babası oğluna; - “ Öyleyse şu kuzuyu bize ver” deyince oğlu; - “ Babacığım bu kuzuyu ne yapacaksınız? Götürürken çocuk görürse çok üzülür. Bari kesip beraber yiyelim de çocuğun gönlünü belki sonra alırız” deyip kuzuyu kesmişler. Yerken, büyükbaba bir et parçasının titrediğini görmüş. Tam elini uzatıp o parçayı yemek isterken, torunu titreyen et parçasını ağzına atmış. Büyükbaba o an yemeyi bırakıp, oğluna; - “ Oğlum bu kısmet seninmiş. Bu zenginliğin kısmeti önce köpeğe sonra kuzuya şimdi de oğluna geçti. Güle güle yeyin. Sen bana biraz yardım et de ben gideyim” demiş. Boynu bükük köyün yolunu tutmuş. Yer: Akdağmadeni- Çamlık Mahallesi, Tarih: 1990 Kimden Derlendiği: Abbas Taştan, 65 yaşında, okur-yazar değil. Derleyen: Siyami Taştan
42
4. FIKRA
İnsanlar arasında sözlü ve yazılı olarak süregelen halk edebiyatı ürünlerden en yaygın olanı fıkralardır. Fıkraların gündelik hayatla ilgili oluşları, kısa anlatmalar olması ve akılda kolay kalmaları, en önemlisi de bünyelerinde güldürü ve ders verme amacı taşıması, bu türün çocuklar, gençler ve yaşlılar arasında çok yaygın olmasını sağlamıştır. Canımız sıkıldığında karşımızdaki insana, “Hadi bana bir fıkra anlatsana” ya da “Durun size bir fıkra anlatayım” gibi cümleleri hepimiz söylemişizdir. Hoşumuza giden fıkraların arkasından unutulmaz kahkahalar atmışızdır. Bazen de o fıkralardan kendimize bir ders çıkarmışızdır. Gündelik yaşamda insanların bir gayesi de kendisini can sıkıntısından kurtarmak için eğlenceli bir şeyler aramaktır. Günümüzde birçok eğlence merkezlerinde türlü türlü etkinlikler olup televizyon, bilgisayar, internet gibi teknolojik aletler, insanların can sıkıntılarını gidermek için genellikle seçtikleri yollardır. Bu teknolojik aletlerin olmadığı dönemde ise halk, köy odalarında fıkra, masal, halk hikâyesi dinleyerek hoşça vakit geçirmeye çalışırdı. Hala günümüzde geçerliliğini yitirmeyen, hoşça vakit geçirerek gülmemizi, gülerken ders çıkarmamızı sağlayan kültür öğemiz vardır ki o da fıkralarımızdır. Fıkra konusunda en geniş araştırmayı yapan Prof. Dr. Dursun Yıldırım fıkrayı şu şekilde tanımlamıştır;
43
“Fıkra, hikaye çekirdeğini hayattan alınmış bir vak’a veya tam bir fikrin teşkil ettiği kısa ve yoğun anlatımlı, beşeri kusurlarla içtimai ve gündelik hayatta ortaya çıkan kötü ve gülünç hadiseleri, çarpıklıkları, zıddiyetleri, eski ve yeni arasındaki çatışmaları sağduyuya dayalı ince bir mizah, hikmetli bir söz, keskin bir istihza yoluyla yansıtan; umumiyetle bir fıkra tipine bağlı olarak nesir diliyle yaratılmış, sözlü edebiyatın müstakil şekillerinden ibaret
yaygın epik-dram türündeki realist
hikayelerden her birine verilen isimdir.” (Yıldırım, 1999: 3) Fıkraların konularını her türlü hayat hadiseleri teşkil eder. İnsan-cemiyet ilişkilerindeki düşünce ve davranış farklarından doğan çatışmalar, beşeri kusurlar ve gülünç olaylar fıkrayı meydana getirir. Fıkralar genellikle, toplumun aksayan yönleri ele alınıp ona mizah ve tenkit unsuru katılarak oluşturulur. Bu konuda Pertev Naili Boratav fıkraların özelliklerini şu şekilde belirtir; “Herhangi bir düşünceye örnek vererek güçlendirmek, karşısındakini ona inandırmak, ya da direnişinde yanıldığına tanık göstermek, herhangi bir durumu açıklamak gibi vesilelerle anlatılan kısa yoğun hikayelerdir” (Boratav, 2003, 105) Biz de fıkrayı; Toplumdaki gülünç olayların ve gündelik hayatta karşılaştığımız aksaklıkların, mizahi bir unsur katılarak, karşımızdaki insanları güldürmek ve eğlendirmek, bazen güldürürken düşündürmek ve ders vermek için anlatılan kısa nesir şeklindeki halk anlatmalarıdır, şeklinde tanımlayabiliriz. Akdağmadeni ve çevresinde fıkraya kaynak şahıs, “Gülünç Hikâye” ve “Gülmece” olarak da isimlendirse de biz bunun fıkra kavramını karşılamayacağına inanmaktayız. Bu yöremizde fıkra anlatma geleneği eskiden çok yaygındı. Özellikle uzun kış günlerinde köydeki insanların vakitlerini hoşça geçirmek için köy odalarında eğlenceli, güldürücü fıkralar anlatılırdı. Günümüzde, Akdağmadeni’nin köylerinde hala köy odaları bulunmakta yalnız eskisi gibi işlev görememektedir. Zaten çalışmamızda
44
derlediğimiz fıkralar da zamanında köy odalarında anlatılan fıkralardan akıllarda kalandır. Anlatılan her fıkra bir tipe dayandırılarak anlatılır. Fıkraları tasnif meselesinde tam bir dayanışma olmasa da bu konuda en geniş çalışmayı yapan Prof. Dr. Dursun Yıldırım fıkraları şu şekilde tasnif etmiştir; 1. Ortak Şahsiyeti Temsil Yeteneği Kazanan Ferdi Tipler: a) Türkçe’nin konuşulduğu coğrafi alan içinde ve Dünya’da ünü kabul edilen tipler: Nasrettin Hoca b) Türk boyları arasında tanınan tipler: İncili Çavuş, Bekri Mustafa c) Türk boyları
arasında halkın
veya
zümrelerin
ortak
unsurlarının
birleştirilmesinden doğan tipler: Bektaşi d) Aydınlar arasında çıkan tipler: Haşmet, Keçecizade İzzet Molla e) Mahalli tipler: f) Belli bir devrin kültürü içinde yaşatılan tipler: Karagöz 2. Zümre Tipleri 3. Azınlık Tipleri 4. Bölge ve Yöre Tipleri 5. Yabancı Fıkra Tipleri 6. Gündelik Fıkra Tipler: a) Aile fertleri ile alakalı tipler: Ana-baba, kar-koca, baba-çocuk, askerkomutan b) Mariz ve kötü tipler: Deli, cimri, kör, topal eşkıya c) Sanat ve meslekleri temsil eden tipler: Doktor, avukat, kasap, imam 7. Moda Tipler (Yıldırım, 1999: 25-32)
45
Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ise fıkralar ile ilgili çalışmasında fıkraları şu şekilde tasnif etmiştir; 1. Tarihte yaşamış şahıslar etrafında teşekkül eden fıkralar: a)
Her bölgede tanınan ünlü tipler: Nasrettin Hoca, İncili Çavuş,
b)
Sadece yaşadıkları bölgede tanınan tipler: Tayyip Ağa (Konya), Niyazi Dede (Sivas), İbik Dayı (Elazığ)
2. Bir topluluğu temsil eden tipler etrafında teşekkül eden fıkralar: a)
Din ve inanış sistemiyle ilgili olanlar: Hoca, Kadı, Bektaşi
b)
Bir bölge halkı ile ilgili olanlar: Laz, Kayserili
c)
Bir karakter veya meslek grubu ile ilgili olanlar: Doktor, hırsız, ahmak
3. Eş kahramanlı fıkralar: Hoca- talebe, komutan-asker, usta-çırak (Sakaoğlu, 1992b: 43-44)
Fıkralar konusunda diğer bir tasnif ise Pertev Naili Boratav’a aittir; 1. Kişileri belli halk tipleri olan fıkralar. a)
Ünlü adlar taşıyan ve gerçekten tarihe mal olmuş sayılan kişiler: Bekri Mustafa, İncili Cavuş
b)
Özel adlarla anılmayıp bir toplum zümresini temsil eden kişiler: Bektaşi, Tahtacı
2. Belli bir toplumluk tip, ünlü bir kişi söz konusu olmaksızın, ortadan insanların güldürücü maceralarını konu edinen fıkralar: Karı-koca, ana-baba, asker-subay (Boratav, 2003: 106-107)
46
Bizim bu çalışmamızda Akdağmadeni ve çevresindeki derlediğimiz fıkra örnekleri, Prof. Dr. Dursun Yıldırım’ın yapmış olduğu tasnife göre, genellikle Alıcık Köyü’ne ait olup bölgesel tiplerdir.
1. Atımı Unutmuşum Alıcıklı adamın biri, İbrahimağa Çitliği’ne misafir gitmiş. Yemiş, içmiş, misafirliğini yapmış sonra da “Allahaısmarladık” deyip evden çıkmış. Kısa bir süre sonra tekrar misafir olduğu evin kapısını çalmış. Adama sormuşlar; -
Niye geldin? Hayırdır.
Adam cevap vermiş; -
Atımı unutmuşum da onu sormaya geldim.
Oradakiler şaşkınla adama bakarken içlerinden biri cevap vermiş; -
Yahu adam atın altında ya.
Alıcıklı adam cevap vermiş; Anaa! Her yere baktım altıma bakmayı unutmuşum. Yukarıda verdiğimiz fıkra örneğinde görüldüğü gibi, Akdağmadeni’nin bir köyü olan Alıcık Köyü’nden bir adamın ahmaklığı, saflığı üzerinde durulmuş ve bu gerçek hadise nükteli bir şekilde anlatılmıştır. Alıcıklı adamın biri, bu yörede bölgesel bir tiptir. Bu tipin saflığı derlediğimiz başka örnekte de şu şekilde belirtilmiştir; 2. Kalbur Alıcıklı adamın biri, akşam vakti patos çekerken kuvvetli bir rüzgar çıkar. Hemen karısına; -
Şu lambanın önüne bir şey koy da rüzgar vurup sallamasın.
Kadın da elindeki kalburu alır lambanın önüne tutar. Lambanın hâlâ sallandığını gören adam, karısına bağırıp, çağırır. Kadın hemen cevap verir; -
Rüzgar kalburdan geçiyorsa ben ne yapayım.
47
Örneklerimizde görüldüğü gibi ahmaklıkla ilgili bir nükte hep Alıcık Köyü’ne mal edilerek söylenmiştir. Bilhassa bu köye yakın çevre köyler, Alıcık Köyü ile husumetlerinden dolayı bu tip fıkraları Alıcık Köyü’ne mal ederek söyler. Aslında Alıcık Köyü’ne ait olmayan sakarlıklar ve ahmaklıklar bile bu köye mal edilerek fıkra tipleri değişir. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun bu konuda yaptığı çalışmada, fıkra tiplerinin değişmelerini altı maddede tesbit etmiştir. 1. Sevilen bir nüktenin başka bir bölge tipine veya bölge halkına bağlanması. 2. Ahmaklıkla ilgili bir nüktenin, sevilmeyen, aralarında çeşitli konularda husumet bulunan iki köy, köy-ilçe, vs.nin biri tarafından diğerinin halkına mal edilmesi. 3. Geniş bölgede tanınmayan dar bölge tipinin yeni çevreye veya ünlü bir ada bağlanması. 4. Tanınmış bir tipin dar bölge tipine bağlanması. 5. Yabancı bir tipin milli bir tipe, hatta bölge tipine bağlanması. 6. Benzer hususiyetleri taşıyan iki tipin yer değiştirmesi. (Sakaoğlu, 1992b: 16)
3. Karanlıkta Kaldı Alıcıklı adamın biri, akşam evdekilerle beraber televizyon izliyormuş. Birden elektrikler gitmiş. Adam karısına bağırmış; -
Yahu şu mumu yakın, televizyondaki adamlar karanlıkta kaldı.
Bu fıkra örneğimizde, aslında buradaki ahmaklığın bütün yörelerde anlatılan bir nükte olduğunu ve farklı yörelerde bu tip fıkraların varlığını biliyoruz. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun tip değişmeleri tespitinde, bu fıkramızı; Ahmaklıkla ilgili bir nüktenin, sevilmeyen, aralarında çeşitli konularda husumet bulunan iki köy, köy-ilçe, vs.nin biri tarafından diğerinin halkına mal edilmesi, maddesine alabiliriz.
48
Akdağmadeni ve çevresinde derlediğimiz fakat yukarıdaki tasnifler içerisinde yer bulamadığımız diğer fıkra örnekleri;
4. Madımak Bahar zamanı köye bir tanrı misafiri gelmiş. Misafirperver bir aile evine konuk etmiş. Öğleyin sofraya madımak konulup beraberce yenilmiş. Akşam olunca yine madımak… Sabah olmuş. Ev sahibi sofrayı kurup yine madımak getirince, misafir; - Hala, bunu nerden topluyorsunuz? - Yavrum… Aha şu köyün gıyıcığı harmandan, deyince misafir sabredemeyip; - Hala…
Bu kadar neye zahmet ettiniz ki? Beni oraya örkleyeydiniz
(bağlayaydınız) ben orada karnımı doyurmuş olurdum…
5. Kirli Hatçe Köydeki evde kalmış Hatçe (Hatice), Kirli Hatçe lakabıyla anılır. Seneler sonra başka bir köyden bir nasibi çıkıp gelin gider. Yıllar sonra kendi köyünden biri o köye gidince Hatçe halasını görür. Biraz da akrabalık dolayısıyla Hatçe halaya misafir olur. Hatçe hala dışarıda ocağı yakmış çorba karıştırmaktadır. O sırada bir köpek gelir, etrafında dolanmaya başlar. Hatçe hala kazanın içerisindeki kepçeyi çıkarıp köpeği kovalar. Kepçeyi de önlüğüne siler. Akrabası; - Bak Hatçe hala. Bizim avratlar olsa kepçeyi silmeden çorbayı karıştırmaya devam ederlerdi. Bak sen ne güzel sildin, deyince Hatçe hala; - Yaa yavrum işte böyle. Gözel gözel bişiririm, daşırırım. Gine de bana Kirli Hatçe derlerdi…
49
6. Tilki ile Yavruları Nusrat Dağı’nda tilki,yavrularına Devesi Dağı’ndaki ateşi göstererek, “ısının” der. Yavruları ellerini kaldırıp ısınırken, biri elini yüzüne götürerek sakınır. Ana tilki “Ne oldu?” diye sorunca, yavru tilki “Çıngı (ateş) sıçradı” demiş.
7. Kızım Hamile Hocanın biri ineğini satmak için pazara götürmüş. Gelen alıcıya, “Bu inek bakire” dediği için satamamış. Vatandaşın biri hocanın kulağına uzanıp, “Hoca, ineğe hamile dersen çabuk satarsın” demiş. Aradan fazla zaman geçmemiş ki o vatandaşın söyledikleri aklına yatıp aynı sözleri söyleyince ineği satmış. Gel zaman git zaman hocanın kızı büyüyünce dünür gelmişler. Hoca dünürcülere, “Kızım hamile” deyince kızına bir daha nasip çıkmamış…
50
B. HALK NAZMI
1. AĞIT
İnsanlar başta ölüm olmak üzere çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Genellikle ölünün arkasından söylendiği bilinen ağıtlar, geniş manada insana acı veren her konuda söylenen şiirlerdir. Kişilerin hastalanması, evden gelinin çıkması, delikanlının askere gitmesi, memleketinin felakete uğraması, çocuğunun veya yakının gurbete gitmesi üzerine söylenen şiirler de ağıt türündendir. Bu konuda Prof. Dr. Esma Şimşek ağıdı; “Sızlayan kalplerin, dayanılmaz acıların, akan gözyaşlarının, yanık yüreklerin çare arayan feryadıdır.” (Şimşek, 1993:1) şeklinde tanımlar. Ağıtlar konusunda “Türk Edebiyatında Ağıtlar” adlı doktora çalışması yapan Doç. Dr. İsmail Görkem, çalışmasında ağıdı; “İnsanlığın ortak ıstırabının canlı bir şekilde ifade edildiği edebi metinlerdir.” (Görkem, 2001) şeklinde tanımlamıştır. Anonim halk şiirleri üzerine bir araştırma yapan Doğan Kaya ise ağıdı; “Başta ölüm olmak üzere ayrılığın yahut üzüntünün doğurduğu ıstırap sebebiyle ortaya konulan lirik ürünlerdir.” (Kaya, 1999, 244) şeklinde tanımlar.
51
Türkiye’de genellikle ağıt olarak bilinen bu söz, Akdağmadeni ve çevresinde deyişet olarak da adlandırılır. Yörede ağıt sözüne bağlı olarak ölen kişinin arkasından veya kişinin çektiği acıdan dolayı söylediği şiirlerle ilgili ağıt yakmak ve ağıt söylemek deyimleri mevcuttur. Ağıt söyleme geleneği günümüzde Türkiye’nin bütün bölgelerinde olduğu gibi Akdağmadeni ve çevresinde de canlılığını yitirmeden devam etmektedir. Yöremizde kimi zaman gurbete giden çocuğu için, kimi zaman vatanı, bayrağı için kimi zaman da kaybettiği eşi ve çocuğu için söylemiş oldukları ağıtlara bolca rastlanır. Ağıt söyleyen kişilere ağıtçı denir. Türkiye’de bu işi meslek haline getirip para karşılığı ağıt söyleyen ağıtçılar vardır. Ne var ki Akdağmadeni ve çevresinde bu işi meslek haline getirip para karşılığında yapan ağıtçıya rastlanmadı. Ağıt, genellikle ölenin kızı, ablası, kardeşi, veya eşi tarafından söylenir. Ölenin cenazesi evden çıkmadan, kadınlar tarafından söylenir. Ölen, çok sevilen biriyse veya genç ise ağıtçının ağzından dökülen ciğer parçalayıcı sözler, ağlatmadık kimseyi bırakmaz. İlçemizde derlediğimiz ağıtları, Doç. Dr. İsmail Görkem’in ağıtlar ile ilgili doktara tezi çalışmasında belirtmiş olduğu tasnife göre sıralayacağız. Bu tasnif şu şekildedir; I.
Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar
1. Şahıslar Hayatta İken Söylenenler A. Hastalık Üzerine Söylenenler a. Erkekler İçin b. Kadınlar İçin B. Ayrılık Üzerine Söylenenler a. Evlilikle Neticelenen Ayrılıklar b. Savaş Sebebiyle Olan Ayrılıklar
52
c. Diğerleri 2. Şahısların Ölümü Üzerine Söylenenler A. Çocuklar Üzerine Söylenenler a. Erkekler İçin b. Kızlar İçin B. Gençler Üzerine Söylenenler a) Erkekler İçin aa. Bekar Erkekler İçin bb. Evli Erkekler İçin b) Kadınlar İçin aa. Kızlar İçin bb. Evli Kadınlar İçin C. Yetişkinler Üzerine Söylenenler a. Erkekler İçin b. Kadınlar İçin II.
Hayvanlar Üzerine Söylenen Ağıtlar
1. Yabani Hayvanlar İçin Söylenenler 2. Evcil Hayvanlar İçin Söylenenler III.
Diğerleri
1. Ağaçlar İçin Söylenenler 2. Sular İçin Söylenenler 3. Afetler İçin Söylenenler 4. Mekanlar İçin Söylenenler
53
Çalışmamızda, derlediğimiz ağıtları numaralandırıp, ilk olarak Görkem’in tasnifindeki yerini gösterdik. Daha sonra ağıdın yazılış sebebini belirtip, derlediğimiz ağıt örneklerine yer verdik. 1. YAHYA’NIN AĞIDI I. Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar 1. Şahıslar Hayatta İken Söylenenler A. Hastalık Üzerine Söylenenler a. Erkekler İçin At arabası kullanırken kamçının gözüne batmasıyla başlayan hastane serüvenini, köy halkından Yahya Alkan, kendi haline şu şekilde ağıt yakmıştır;
Arabaya bindim de araba salladı, Zalim doktor gözlerimi elledi. Alınacak diye hemen söyledi, Alındı gözüm göremem gayrı. Ankara hastanesi de on iki direk Yozgat’tır vilayetim, Maden’e ırak Bırakmıyor doktorlar evimize gelek Uzadı yolumuz gelemem gayrı. Sivas, Ankara koymadım. Derdime çare bulamadım. Elli gün yatım ölmedim. Ben buradan gider oldum.
54
Biraz ödünç para buldum. Bindim Ankara’ya gittim. Yakup bize yardım etti. Numunede yatar oldum. Dur diyom da deli gönül durmuyor. Zalim doktor hiç halimden bilmiyor. Genç yaşımda şu gözlerim görmüyor. Alındı gözüm göremem gayrı. Garip Yahya da şu destanı söyledi. Her geldikçe, doktor beye ağladı. Kollarımı karyolaya bağladı. Uzadı yolumuz gelemem gayri.
55
2. DAMADIN AĞIDI I. Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar 1. Şahıslar Hayatta İken Söylenenler A. Hastalık Üzerine Söylenenler b. Kadınlar İçin Evlenip de gerdeğe girdiğinde, karısının sara hastalığı tutup kaçması sonucu damadın yaktığı ağıt; Benim babam Divanlı’nın hocası. Dizlerime vurdum gerdek gecesi. Hep de bana yandı genci, gocası. Gavur dölü kıymetimi bilmedin. Gelin olup da devranımı sürmedin. Benim babam Divanlı’nın beyidir. Benim emmim Divanlı’nın beyidir. Akan kanlar gözlerimin yağıdır. Gavur dölü kıymetimi bilmedin. Gelin olup da devranımı sürmedin. Sekiz yaylayla dağları aştım. Ilısu derler de oradan geçtim. Gerdeğe girdim de yardan geçtim. Gavur dölü kıymetimi bilmedin. Gelin olup da devranımı sürmedin
56
3. KINA AĞIDI I. Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar 1. Şahıslar Hayatta İken Söylenenler B. Ayrılık Üzerine Söylenenler a. Evlilikle Neticelenen Ayrılıklar
Evlenecek kız için kına gecesi yakılan ağıt; Kapımızın önü zeytin ağacı Dökülmüş yaprakları, kalmış dalı Kaşları anası da, gözler bacılar. Gök olur da evlerin camı gıcılar İçerde analar, böyle mi acılar. Gide gide bir söğüde dayandım. Mor söğüdün dallarına boyandım Dokuz ay durdum da gelin ettim Güvendiğim dallar da elime geldi. Anam anam benim anam, canım anam.
57
4. HALİME’NİN AĞIDI I. Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar 1. Şahıslar Hayatta İken Söylenenler B. Ayrılık Üzerine Söylenenler c. Diğerleri Halime Tunç’un gurbete giden oğlu için yazdığı ağıt; Ne ağlarsın ezgin ezgin Derdin defterinden sezgin İçin için ağlama sen Benim yaram senden azgın Üzgün benim gönlüm üzgün Kaşım kirpiğimden düzgün Siz ağlamayın nazlı komşular Benim yarim sizden ezgin Yüce dağ başında harmanım mı var Harmana çıkmaya dermanım mı var Azrail gelmiş canım almaya Dolan gel oğlum dolan, gel sılaya doğru Kapının önü erik ağacı Döküldü yaprağı, kaldı sığacı Bir dalı tatlı, bir dalı acı Gurbet dedikleri zehirden acı
58
Çeşme senin ne belalı başın var Ayağında çeşit çeşit taşın var Gelin senin gurbet elde eşin var Onun için ah edersin ağlarsın Gurbetin dağında da bin yılan olsa Dolana dolana oğlum yanına varsa Koyduğun yastığa da başımı koysam Anam geldi diye hatırımı sorsa Sabahtan kalktın da oğlum er mi gidiyon Atletin sırtında kir mi gidiyon Anan ölmüş oğlum oğlum Dolan gel sılaya doğru Görünür de gurbet elin taşları Ötüşür de sılamızın kuşları Şu babamın ahmal ahmal işleri Atmış beni gurbet ele gurbete
59
5. OĞULA AĞIT I. Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar 2. Şahısların Ölümü Üzerine Söylenenler A. Çocuklar Üzerine Söylenenler a. Erkekler İçin 16 Ekim 2004 günü 8 yaşındaki oğlunun, traktör altında kalarak yaşamını yitirmesi sonucu, babası Abdurrahim Koçyiğit’in oğluna yaktığı ağıt; Açılmadık goncaydın, deremedim ben Oynadığın oyunları unutamadım ben Senin gibi küsüp de gidemedim ben Güle güle git oğul Allahaısmarladık. Öyle bir acı bıraktın ki bizde Derman koymadın yürekte, dizde Arkadaşların oynar, yoksun içlerinde Mevla’ya saldım oğul Allahaısmarladık. Yarın bir okuluna gideyim dedim. Öğretmenlerine, arkadaşlarına sorayım dedim. Ne yer, ne içer göreyim dedim. Bulamadım seni oğul, Allahaısmarladık Şule Hoca okşar, severdi seni. Mazlum çocukları, överdi seni. Cesedini okşar, öperdi seni. Şefaatçisi ol oğul, Allahaısmarladık.
60
Serap misali kayboldun oğul, Harçsız, hesapsız rahmete boğul Ateşten korunmamıza sebebimiz ol O da sınırımız oğul, Allahaısmarladık. Gözümün kökü ciğerparemdin. Anneni babanı hiç mi özlemedin? Bir yerden çık gel, çok şey mi istedim? Halin vermez mi oğul, Allahaısmarladık. Kitaplarını götürmeye niyet etmişim. Kokun var, elbiselerini öpüp sevmişim. Belki bulurum diye sınıfına girmişim. Bulamadım oğul seni, Allahaısmarladık. Ayakkabın, botun seni bekler, haydi gel. Muzun, portakalın seni bekler, haydi gel. Kalemin, kitabın seni bekler, haydi gel. Yazmak, okumak ahrette mi oğul, Allahaısmarladık. Salim Hoca bir gün kolumdan tuttu. Hep kardeşiyle mi oynar? Diye sordu. Korkuyla karışık duruşun yok mu Kahroldum oğul, Allahaısmarladık. Leyf-i Mahvuz’da böyle mi yazıldı? Oğlum traktörün altında mı ezildi? Sarı oğlak da mı, ötede mi can verdi? Cesedin kollarımda oğul, Allahaısmarladık.
61
Hasan Hüseyin ehl-i beytten. Anlamayan yoksun idrakten Beden o beden, ten o tenden. Aslına dön oğul, Allahaısmarladık. Ablanla selam salmışın başım üstüne. Mutluyum hemen çöktüm dizim üstüne. Okunan salalar, ezanlar gözüm üstüne. Sema şükür vaktidir oğul, Allahaısmarladık. Ablan hastalandı selamında. Çare soruyoruz doktora, Akdağ’da Bugün biraz rahat değil uykuda. Kendisi okulda, ilaçları masada oğul, Allahaısmarladık. Mevla vermesin böylesi başa. Baktım durdum, düştüğün taşa. Kavuştun mu oğul, kavuştun mu Allah’a Çok seviyorum seni oğul, Allahaısmarladık. Bizden selam söyle Resulullaha. Bizim için yalvar oğul, Allah’a Hazırız, giydirdik, gönderdik arşa. Gidişin kutlu olsun oğul, Allahaısmarladık. Hz. Yakup gibi basiret ver. Sabır ver, güç ver, yolumuza ser. Rahim ve Rahman sıfatını üstümüze ger. Elçi saldık seni oğul, Allahaısmarladık.
62
Sabrımızın sonu bitmez geri. Bize de nasip et Allah’ım Kevser’i Sevmeyeni sev, sev seni seveni. Biz seni sevemedik oğul, Allahaısmarladık. Babaannen resmini istedi durdu. Seni çok severdi Latife Dudu. Kaza içimizde bir erik kurdu. Bilen yok, gören yok oğul, Allahaısmarladık. Pek çok severdi muzu, pekmezi. Allah için bağışladık seni ezeni. Çok da yakıştı oğul, beyaz kefeni. Ziyareti kutlu, kendi utlu ol oğul, Allahaısmarladık. Haydi oğul şimdilik hoşça kal. Mektup bitti sanma, kalmadı mecal. De ki bırakmaz, dünya olmuş Deccal. Yorgunum oğul, dilim var. Allahaısmarladık.
63
Bu bölüme iki ağıt örneği verilmiştir. 6. AYŞE’NİN AĞIDI I. Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar 2. Şahısların Ölümü Üzerine Söylenenler A. Çocuklar Üzerine Söylenenler b. Kızlar İçin Babası ve ağabeyleriyle tarlaya çalışmaya giden, aniden bastıran yağmur sonucu oluşan sele kapılıp hayatını kaybeden 15 yaşındaki Ayşe’nin annesinin kızına yaktığı ağıt; Kaynayan suyun derin Çıkmış elbiselerin Benim yavrum suya gitmiş Uçan kuşlardan sorun Helkeleri su yolunda Yavrum ellerin dilinde Aman yavrum aman yavrum Dağlar başı duman yavrum Al sandık, yeşil sandık Biz burada için için yandık Gitti de gelir sandık Yavrum suya gitmiş meğer.
64
7. SULTAN’IN AĞIDI Uzun süre çocuğu olmadıktan sonra, bir kız çocuğuna sahip olan kadının, kızının çalınıp, öldürülmesinden sonra, kızına yakmış olduğu ağıt; Bir bebek yitirdim iki yaşında. Kanlı göynek giyer, poşu başında. Zalim düşman kızımın peşinde. Yitirdim yavrumu bulan oldu mu? Yitirdim yavrumu gören oldu mu? Askerdeydin, mektubunu yazayım. Ölüm değil ki kabrini kazayım. Gayret edip şu cihanı gezeyim. Yitirdim yavrumu bulan oldu mu? Yitirdim yavrumu gören oldu mu? Atatürk’e telgraflar çekeyim. Müjdesine beş bin altın vereyim. Nevruz çanına, ateşine yanayım. Yitirdim yavrumu bulan oldu mu? Yitirdim yavrumu gören oldu mu?
65
8. UZAKÇAYIRLI GENCİN AĞIDI I. Şahıslar Üzerine Söylenen Ağıtlar 2. Şahısların Ölümü Üzerine Söylenenler B.Gençler Üzerine Söylenenler aa. Bekar Erkekler İçin Ankara’ya inşaatta çalışmaya giden ve kaza sonucu inşaatta hayatını kaybeden Uzakçayırlı gencin arkasından yakılan ağıt; Çok olmadı da Ankara’ya gideli. Benim de arkadaşları göreli. Söyleyin anneme giyinsin gayrı. Kıydı felek, genç yaşımda canıma. Canım düştü de kemiklerim ezildi. Canım çıktı da damarlarım büzüldü. Herhalde anlıma böyle yazıldı. Kıydı felek, genç yaşımda canıma. Böyleymiş, aman Rabbim yüzümü, Felek söyletmedi, bir çift sözümü. Zalim gurbette de yumdum gözümü. Kıydı felek genç yaşımda canıma.
66
9. BAYRAĞA AĞIT Bu ağıda, İsmail Görkem’in yaptığı tasnifte yer bulamadık. İstanbul’a gözlerinden ameliyat olmaya giden, ameliyattan sonra oğlunun evinde istirahat ederken, televizyonlarda Türk Bayrağı’nın yakılmasını gören ve bu olayın çok gücüne gitmesi sonucu vatanı ve bayrağı için ağıt yakan Mahmut Zeybek’in ağıdı; İki candan sevdiğim var. Biri dinim biri vatanım. Gönülde çifte gülüm var, Biri dinim biri vatanım Ne hoş yaratmış şu faniyi. Uğruna fedadır canım. Hak Resûlü sığınağım. Biri dinim biri vatanım. Acaba satan olur mu? Yanlış iş tutan olur mu? Bayraksız vatan olur mu? Biri dinim biri vatanım. Evvelden kurulmuş tuzak. Biz kahvelerde kan kusak. İncil serbest, kuran yasak. Biri dinim biri vatanım.
67
Sahip çıkılır umarım. Vatan benim can damarım. Dışlanırsam çok yanarım. Biri dinim biri vatanım. Arkadaş gelme oyuna. Garip düşüyor soyuna. Danışsana Hoca Dayı’na Biri dinim biri vatanım.
68
2. TÜRKÜ
Anonim halk şiirine giren türküler, Türk insanının çoğu zaman içini döktüğü, sevincini, heyecanını, hüznünü, acısını dile getirdiği, aşkını, sevdasını ortaya koyduğu bir yoldur. Türk insanı türkülerde kendini aramış ve onda kendini bulmuştur. Türküsüz kalmayı vatansız kalma olarak kabul etmiş, onsuz kendisini gurbette hissetmiştir. (Yakıcı, 2007: 1) Türküler genellikle bir olay, bir arzu ve bir heyecan üzerine doğarlar. Başlangıçta sahibi belli olan ürünlerdir. Ancak zamanla, türkünün asıl sahipleri unutulur ve sonraki nesiller tarafından halkın dilinde dolaşa dolaşa anonimleşir. Türkü terimi üzerine birçok araştırıcı farklı tanımlarda bulunmuştur. Biz bu çalışmamızda, bu sahada geniş araştırma yapan hocalarımızın tanımlarına yer verdik. Dr. Ali Yakıcı türküyü, “Duygu, düşünce, hayal ve birey ya da toplum olarak doğumdan ölüme kadar yaşanan, insan ve toplumda iz bırakan bütün olayları dile getiren, sevinçli ya da üzüntülü zamanlardaki coşku ve heyecanı yansıtan, kaynakları genellikle ozan, türkü yakıcı ve söyleyicisi kişilerden oluşan, hangi edebiyat şubesine ait ya da hangi biçim ve türde ortaya çıkmış olursa olsun halka mal edilerek anonimleşen, şölende, düğünde, toplantıda ve her türlü icra ortamında dillerden düşürülmeyen, icracısı, icra ortamı ve konusuna göre kendine has bir ezgiyle söylenen manzum ürünlere türkü denir.” (Yakıcı, 2007, 44) şeklinde tanımlar.
69
Doğan Kaya, “Halkın ruh halini, derdini, neşesini, zevkini, dünya görüşünü, inancını, karşılaştığı hadiseleri yansıtan; hece ölçüsüyle ve bir veya dört mısralı bentlere çoğu defa bağlantıların getirilmesiyle, söylenen; manzum ve ezgili anonim ürünlere türkü denir.” (Kaya, 1999, 132) Mehmet Özbek, “ İnsanoğlunun başına gelen olayları, bunun toplum içindeki iz ve akislerini, aşk, hasret, gurbet gibi yeryüzünün ortak duygularını, mertlik ve kahramanlık gibi milli karakteri, tarihi olayları konu alan bir kültür hazinesidir” ( Özbek, 1994:63) şeklinde tanımlamaktadır. Pertev Naili Boratav türküleri, “Düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan çağa ve yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere (zenginleşmelere, bozulmalara, kırpılmalara) uğrayabilen, ve her zaman bir ezgiye koşulmuş olarak söylenen şiirler” (Boratav, 2003: 182) diye belirtir.
Beşikten mezara kadar her türlü günlük yaşantı olayları türkü yakılmasına neden olabilir. İnsanoğlunun günlük yaşantısında her geçen gün yeni bir dert yeni bir istek olmaktadır. Duyguları en iyi anlatmanın bir yolu da türkülerimizdir. Bu yüzden insanlar duygularını, isteğini, muradını anlatmak için, en geçerli yol olan türkülerle dile getirmektedir. Akdağmadeni ve çevresinde türküye şarkı da denilmektedir. Türkü kelimesine bağlı olarak türkü yakmak ve türkü çığırmak deyimleri mevcuttur. Akdağmadeni’nde, sadece kendi çevresinde değil tüm yurtta herkes tarafından bilinen türküler doğmuştur. Özellikle Akdağmadenili ünlü halk sanatçısı Nida Tüfekçi’nin “Yozgat Sürmelisi” adlı türküsü tüm yurtta, dilden dile dolaşmaktadır. Bu konuda Dr. Ali Yakıcı, “Halk Şiirinde Türkü” adlı kitabında, Yozgat Sürmelisi hakkında şöyle demektedir;
70
“Kimi türküler vardır ki bir bölge ya da şehrin imgesi olmuştur. Kimi bölge ve şehirler de vardır ki, kendi adı söz konusu olunca insanın aklına hemen imgesi olan türkünün adı gelir. Şehir olarak Yozgat denilince Sürmeli akla gelir. Sürmeli denilince de Yozgat. Çünkü türkü olarak Yozgat’ın imgesi Sürmeli’dir.” (Yakıcı, 2007, 267) . Çalışma yaptığımız yörede türküler genellikle kadınlar arasında, tarlada, bahçede çalışırken, çamaşır yıkarken, ekmek yaparken söylenir. Erkekler ise köy kahvelerinde otururken, tarla ve bahçe işleri ile uğraşırken türkü söyler. Ayrıca yörede, çeşme başında sevdiği kızı görünce, ona türkü söyleyen erkeklere de rastlanmıştır. Türküleri tasnif meselesinde araştırmacılar, fazla bir ayrılığa düşmeden, ufak tefek farklarla birlikte, birbirlerine yakın tasnifler yapmışlardır. Biz çalışmamızda Doğan Kaya’nın “Anonim Halk Şiiri” adlı kitabında bahsettiği türkü tasnifi üzerinde durup, yöremizden derlediğimiz türkülerin bu tasnife daha yakın olduğu için Kaya’nın tasnifi içerisinde belirttik. Doğan Kaya türküleri şu sınıflandırmaya ayırır; A. YAPILARINA GÖRE TÜRKÜLER 1. Bentleri Bir Mısra Olan Türküler a. Bağlantıları dört mısra / mâni olan türküler. b. Bağlantıları yedi mısra olan türküler. 2. Bentleri İki Mısra olan Türküler a. Sadece iki mısradan oluşan türküler b. Bağlantıları bir mısra olan türküler c. Bağlantıları iki mısra olan türküler d. Bağlantıları üç mısra olan türküler e. Bağlantıları dört mısra olan türküler f. Bağlantıları beş mısra olan türküler g. Bağlantıları altı mısra olan türküler
71
h. Bağlantıları yedi mısra olan türküler i. Bağlantıları sekiz ve daha fazla mısra olan türküler j. Bağlantıları mısra sonlarında ve mısra aralarında olan türküler 3. Bentleri Üç Mısra Olan Türküler a. Sadece üçlüklerden ibaret olan türküler b. Bağlantıları bir mısra olan türküler c. Bağlantıları iki mısra olan türküler d. Bağlantıları üç mısra olan türküler e. Bağlantıları dört mısra olan türküler f. Bağlantıları beş mısra olan türküler g. Bağlantıları altı mısra olan türküler h. Bağlantıları fazla sayıda mısralı olan türküler i. İki bağlantılı türküler j. Bağlantıları mısra aralarında olan türküler 4. Bentleri Dört Mısralı Olan Türküler a. Sadece dörtlüklerden kurulu türküler b. Bağlantıları bir mısra olan türküler c. Bağlantıları iki mısra olan türküler d. Bağlantıları üç mısra olan türküler e. Bağlantıları dört mısra olan türküler f. Bağlantıları beş mısra olan türküler g. Bağlantıları altı mısra olan türküler h. Bağlantıları yedi mısra olan türküler i. Bağlantıları sekiz ve daha fazla mısra olan türküler j. Bağlantıları mısra aralarında olan türküler k. İki bağlantılı türküler l. Bağlantıları mısra sonlarında olan türküler
72
5. Karşılıklı Türküler/Atma Türküler a. İki mısralık bentlerden ibaret atma türküler b. Üç mısralık bentlerden ibaret atma türküler c. Dört mısralık bentlerden ibaret atma türküler d. Diyalog şeklinde atma türküler
B. KONULARINA GÖRE TÜRKÜLER 1. Tabiat Türküleri 2. Aşk Türküleri 3. Yiğitlik Türküleri ve Tarihi Olayları Konu Edinen Türküler 4. Tören Türküleri a. Düğün Türküleri aa. Kına Türküleri ab. Baş Öğme/Duvak Türküleri ac. Gelin Alma Türküleri ad. Gelin Karşılama Türküleri ae. Güvey Türküleri af. Halk Oyunlarında Türküler b. Ayin-i cem Türküleri c. Sayacı Türküleri d. Oturak Türküleri 5. Askerlik Türküleri 6. Yiyecekler Üzerine Söylenmiş Türküler 7. Hayvanlar Üzerine Söylenmiş Türküler 8. Olay Türküleri 9. Bitki ve Çiçeklerle İlgili Türküler 10. Satıcı Türküleri 11. Ekin Türküleri 12. Ramazan Davulcusu Türküleri 13. Kişiler Üzerine Söylenmiş Türküler
73
14. Keder, Dert ve Hastalık Türküleri 15. Gurbet ve Hasret Türküleri 16. Meslek ve İş türküleri 17. Eşkıya Türküleri 18. Ölüm Türküleri (Ağıtlar) 19. Ninniler ve Çocuk Türküleri 20. Hapishane Türküleri 21. Mizahî Türküler 22. Yergi Türküleri 23. Öğretici ve Öğüt Verici Türküler C. EZGİLERİNE GÖRE TÜRKÜLER (Kaya, 1999, 138-140)
Biz bu tezimizde türküler ile ilgili müstakil bir çalışma yapmadığımızdan ve derlediğimiz türkülerin çok fazla olmamasında dolayı, türkülerimizi konularına göre ayırmakla yetindik. Ayrıca türkülerimizin hikâyelerinden de bahsedip, türkülerimize numara verdik. Çalışmamızın sonunda yer alan kaynak şahıslar bölümünde numaralı türkülerin kimden derlendiğini belirttik.
74
Konularına Göre Türküler 1. Aşk Türküleri Bu bölümde yörede derlediğimiz iki türküye örnek verdik. 1. GÖZLER Kabutlu Köyü’nde genç erkeklerin sevdikleri kızı çeşme başında görüp onlara söyledikleri aşk türküsü; ……… gözlerine benziyor musun? Güzellik çeker, aklım olur musun? Salını salını da ah suya gelmişsin. Ziyaretim çeşme, Bulgurlu benim. Boğazına takılmış da on bir santim.(altın) Nerde görsem, yârim olur sandım. Sana güvendim de ben yârsiz kaldım. Vaat ettin de gelin oldun ellere. Evlerinin önü yalçın bir kaya Düşmüşüm sevdana, kurbanım ne diyon bana Altın yüzük yaptırdım Fadime’m sana Tak boynuna da hediyem olsun.
75
2. YOZGAT SÜRMELİSİ Akdağmadeni’nde, Sürmeli Bey adında bir çoban sevdiği kızı alamayınca kendisini Akdağmadeni’nin çamlığına, ormanlık alanına ve dağlarına vurur. Buradan esinlenerek dile getirdiği Yozgat Sürmelisi’ni bilmeyene, ona bir kıta eklemeyene kız verilmez derler. Üç yüzden fazla kıtası olduğu söylenen Yozgat Sürmelisi’nin kırk sekiz kıtasına çalışmamızda yer verdik. İlk üç kıtasını yöre halkının dilinden derledik. Geriye kalan kırk beş kıtasını ise Yozgat Belediyesinin 2000 yılında hazırlamış olduğu “Sürmeli Festivali” adlı kitabın önsözünden aldık. Dersini almış da ediyor ezber Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler (Aman) Bu dert beni iflah etmez deli eyler Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Sabahınan esen seher yeli mi Benim gönlüm divane mi deli mi Durup durup yar göğsünü geçirir Yoksa bugün ayrılığın günü mü (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Gel var senin ile bir kavl edelim Kavilden karardan dönmemesine İkimiz bir dala yuva yapalım Başka daldan dala konmamasına (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
76
Şeker pınarında yudum elimi Kime arz edeyim garip halimi Gurbete gönderdim nazlı yarimi Ciğerim hançerle deldi de gitti (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Yedi kaleminen yazı yazarım Aslım Yozgatlıdır gurbet gezerim Bir yüksek mevkiye kazın mezerim Görünsün memleket anam ağlasın (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bülbül daldan dala eder bir sekiş Bülbül ah ediyor gülünen çekiş Aşkın ateşiyle dikilen dikiş Kıyamete kadar sökülmez imiş (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Garip bülbül gül dalına konuyor Hangi dala konsa dallar kuruyor Güller bile kadersizi biliyor Kader senin ile davam var benim (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bülbül havalanmış inmez havadan Benim has bahçede gülüm var deyi Nazlı yarim gelmez ordan buraya Güzeller içinde yarim var deyi (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
77
Bülbülü tuttum da güle bağladım Bülbül feryad etti ben de ağladım Ben gönlümü bir sevdaya bağladım Yarimi elimden el aldı gitti (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bülbüle su verdim altın tasınan Çok günler geçirdim kara yasınan Ben seni severim ne havasının Başın pınar ayakların göl olsun (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bahar avlarında bülbüller öter Yeşerir çimenler menevşe biter Yarimin dilleri bal bana yeter Datlı dillerine kurban olayım (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bahar aylarında bülbüller ağlar Yeşerir çimenler menevşe bağlar Yariminen sefa sürecek çağlar Esdi bir rüzgar ayırdı bizi (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Giderim giderim ben de giderim Bülbülü konmadık dalı niderim Gider bir güzele hizmet ederim Belki bilir benim kadir kıymetim (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
78
Çağladım çağladım suyum akmadı Çok yuva bekledim yavru çıkmadı Ben vefadan, yar cefadan bıkmadı Gönül seni ezim ezim ezerim (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Gel beri gel beri ben adam yemem Saklarım sırrını ellere demem Cenneti alaya ben sensiz girmem Cehennem narına bile yanarım (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Urganım atmadık dallar mı kaldı Başıma gelmedik hallar mı kaldı Bana acımadık eller mi kaldı Ya ben ağlamayım kimler ağlasın (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Kara kovun yeşil çama sürünür Sarı koyun ona bakar yerinir Vefasın görmedim yar mi görünür Şimden geri eller sürsün sefanı (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Yazmalar içinde oyalı yazma Mektubun yazarsan kahırlı yazma Bensiz o yerlerde eğlenip gezme İntizarım tutar vefasız seni (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
79
Güzel güzel akar derenin başı Dertli dertli öter gurbetin guşu Ayrılık denilen ölümün eşi Ayrılık acısın çekenler bilir (Aman) Aman aman aman sürmellm aman Ağzının içinde dişlerin akdır Al yanak üstünde benlerin çokdur Yanına gelmeye mecalim yokdur Ya sen gel buraya ya ben varayım (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Sabah olmayınca kapı açılmaz Güneş doğmayınca benler seçilmez Nazlı var gelmezse bade içilmez İçelim badeyi gel yavaş yavaş (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Ufacık daşınan kale yapılmaz Çıkıp çıkıp yar yoluna bakılmaz Bir ben ölmeyinen dünya yıkılmaz Ben ölürsem sen varını tazele (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Enginli yüceli dağların karı Eridi kalmadı yüreğin feri Beni can yürekten sevmeyen yari Bir dahi sevmeyim tövbeler olsun (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
80
Geceler on iki saat birin uyudum Gözümün yaşıyla yüzümü yudum Aşkın divanında sabırla durdum Aşkın acısını çekenler bilir (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Soğluğun (Çamlığın) başını duman basmaz mı Kusuru olanı devlet asmaz mı Bir yiğidin iki yarı olursa Birini severse biri küsmez mı (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Gel var senin ile bir kavl edelim Kavilden karardan dönmemesine İkimiz bir dala yuva yapalım Başka daldan dala konmamasına (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Yozgat seni delik delik delerim Halbur (kalbur) alır toprağını elerim Üç günece nazlı yarem gelmezse Kovun olur ardı sıra melerim (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Şeker pınarında yudum elimi Kime arz edeyim garip halimi Gurbete gönderdim nazlı yarimi Ciğerim hançerle deldi de gitti (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
81
Yedi kaleminen yazı yazarım Aslım Yozgatlıdır gurbet gezerim Bir yüksek mevkiye kazın mezerim Görünsün memleket anam ağlasın (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bülbül daldan dala eder bir sekiş Bülbül ah ediyor gülünen çekiş Aşkın ateşiyle dikilen dikiş Kıyamete kadar sökülmez imiş (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Garip bülbül gül dalına konuyor Hangi dala konsa dallar kuruyor Güller bile kadersizi biliyor Kader senin ile davam var benim (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bülbül havalanmış inmez havadan Benim has bahçede gülüm var deyi Nazlı yarim gelmez ordan buraya Güzeller içinde yarim var deyi (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bülbülü tuttum da güle bağladım Bülbül feryad etti ben de ağladım Ben gönlümü bir sevdaya bağladım Yârimi elimden el aldı gitti (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
82
Bahar avlarında bülbüller öter Yeşerir çimenler menevşe biter Yârimin dilleri bal bana yeter Datlı dillerine kurban olayım (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Bahar aylarında bülbüller ağlar Yeşerir çimenler menevşe bağlar Yariminen sefa sürecek çağlar Esdi bir rüzgar ayırdı bizi (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Giderim giderim ben de giderim Bülbülü konmadık dalı niderim Gider bir güzele hizmet ederim Belki bilir benim kadir kıymetim (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Çağladım çağladım suyum akmadı Çok yuva bekledim yavru çıkmadı Ben vefadan, yar cefadan bıkmadı Gönül seni ezim ezim ezerim (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
Gel beri gel beri ben adam yemem Saklarım sırrını ellere demem Cenneti alaya ben sensiz girmem Cehennem narına bile yanarım (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
83
Urganım atmadık dallar mı kaldı Başıma gelmedik hallar mı kaldı Bana acımadık eller mi kaldı Ya ben ağlamayım kimler ağlasın (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Kara kovun yeşil çama sürünür Sarı koyun ona bakar yerinir Vefasın görmedim yar mi görünür Şimden Geri Eller sürsün sefanı (Aman) Aman aman aman Sürmelim Aman Yazmalar içinde oyalı yazma Mektubun yazarsan kahırlı yazma Bensiz o yerlerde eğlenip gezme İntizarım dutar vefasız seni (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Güzel güzel akar derenin başı Dertli dertli öter gurbetin guşu Ayrılık denilen ölümün eşi Ayrılık acısın çekenler bilir (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
Ağzının içinde dişlerin akdır Al yanak üstünde benlerin çokdur Yanına gelmeye mecalim yokdur Ya sen gel buraya ya ben varayım (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
84
Sabah olmayınca kapı açılmaz Güneş doğmayınca benler seçilmez Nazlı var gelmezse bade içilmez İçelim badeyi gel yavaş yavaş (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Ufacık daşınan kale yapılmaz Çıkıp çıkıp yar yoluna bakılmaz Bir ben ölmeyinen dünya yıkılmaz Ben ölürsem sen varını tazele (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Enginli yüceli dağların karı Eridi kalmadı yüreğin feri Beni can yürekten sevmeyen yari Bir dahi sevmeyim tövbeler olsun (Aman) Aman aman aman sürmelim aman Geceler oniki saat birin uyudum Gözümün yaşıyla yüzümü yudum Aşkın divanında sabırla durdum Aşkın acısını çekenler bilir (Aman) Aman aman aman sürmelim aman
85
2. Olay Türküleri Bu bölümde üç türkümüze örnek verilecektir. 3. GELİN AYŞE Kaynanası ile hiç geçinemeyen, kaynanasının dırdırından dayanamayıp kendini suya atan Gelin Ayşe’nin türküsü.
Koyun gelir kuzu ilen. Ayağının tozu ilen Gelin Ayşe’m suya gitti. Yalı körpe kuzu ilen Koyun gelir yata yata Tırnakları bata bata Gelin Ayşe suya gitti Kollarını ata ata
Kaynanası yolda duruyor Çıkmış Ayşe’yi arıyor. Kayınbabası Mehmet Çavuş Uçan kuşlardan soruyor. Yeşil sandık, yeşil sandık Biz Ayşe’ye pek çok yandık Hiç aklımdan çıkmıyor ki Biz Ayşe’ye neler yaptık.
86
4. BURÇAK TARLASI Geçim sıkıntısı çeken bir adam oğlunu şehre gönderir. Oğlan orada şehirli bir kıza aşık olur. Oğlan babasına, şehirden bir kız sevdiğini, onunla evlenmek istediğini söyler. Babası karşı çıkar. “ O kız bizim hiçbir işimizi yapamaz, yemekten, tarla, bağ bahçe işlerinden anlamaz” der, oğlanı caydırmaya çalışır. Fakat oğlan kararından vazgeçmez ve kızı köyüne gelin getirir. Belli bir zaman sonra, gelini burçak tarlasına yolma yolmak için, sabahın erken vaktinde kaldırıp, götürürler.
Gelin hiçbir iş beceremez ve ellerine burçakların,
yoncaların dikenleri batar. Bunun üzerine köyde şu türküyü söylerler; Sabahınan kalktım sütü pişirdim Sütün köpüğünü yere taşırdım Kaynanamdan korktum aklım şaşırdım Ah ne yaman da zormuş burçak tarlası Burçak tarlasında yar yar gelin olması Sabahınan kalktım ezan sesi var Ezan sesi değil burçak yası var Sorun şu adamın kaç tarlası var Ah ne yaman da zormuş burçak tarlası Burçak tarlasında yar yar gelin olması Elimi salladım değdi dikene İlahi kayınbaba ömrün tükene İntizar ederim burçak ekene Ah ne yaman da zormuş burçak tarlası Burçak tarlasında yar yar gelin olması
87
Elimin kınasın ezdirmediler Gözümün sürmesini süzdürmediler Burçak tarlasında gezdirmediler Ah ne yaman da zormuş burçak tarlası Burçak tarlasında yar yar gelin olması
5. NAZİK TÜRKÜSÜ Aynı köyden olan biri kadın biri erkek Yunanlılara esir düşer. Fakat kadının ve erkeğin birbirlerinden haberi yoktur. İkisini de yan yana olan fakat birbirlerini görmeyen zindanlara atarlar. Yunanlılar dışarı çıktığında kadın hemen namaz kılarmış. Kadının yanında üç tane de çocuğu varmış. Bir gün kadın, Yunanlılara bağıran esir adamın sesini işitmiş. Yunanlılar çıktıktan sonra adama seslenmiş. - Kardeş sen Türk müsün? Diye sormuş. Konuşurken aynı köyden olduklarını anlamış ve buradan kaçmaya karar vermişler. Buradan nasıl kurtuluruz diye kadın ve erkek planlar yapmış. Yunanlılar deniz kenarına inip orada dinlenip, uyumayı çok seviyorlarmış. Bunların uyuduğu vakit, kayıklarını alıp denizden kaçmaya karar vermişler. Ancak kayık çok küçükmüş. Kayık, çocuklarla beraber adam ve kadını kaldıramamış. Mecburen kadın, çocuklarından birini denize atmış. Bu olayın üzerine köy halkının diline şu türkü dolanmış; Yumurtanın kulpu yok Yumurtanın kulpu yok Gözlerinde uyku yok, Nazik Nazik üç yavruya yazık. Sür gemici gemiyi
88
Sür gemici gemiyi Yunanlılardan korkum yok, Nazik Nazik üç yavruya yazık. Çiğ yumurta pişer mi? Çiğ yumurta pişer mi? Yere düşer siner mi Nazik? Nazik üç yavruya yazık. Sen ile ben Müslüman Sen ile ben Müslüman Bize nikah düşer mi Nazik? Nazik üç yavruya yazık. Atma bizi oy annem Atma bizi oy annem Türk’e denize gideriz, Nazik Nazik üç yavruya yazık. Atmazdım yavrum sizi Atmazdım yavrum sizi Yunan uşağı derler, Nazik Nazik üç yavruya yazık Nazik
Türküsü’nün
değişik
bir
varyantı
da
Gaziantep
yöremizde
söylenmektedir. (Geniş bilgi için bkz. Ali Yakıcı, Halk Şiirinde Türkü, 2007, Ankara)
3. Keder, Dert ve Hastalık Türküleri
89
6. HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI Akdağmadeni’nde, komşu kızı ile beşik kertmesi olan genç, askerde vereme yakalanır. Askerde hava değişimi alarak memleketi Akdağmadeni’ne gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul’da hastaneye yatar. Pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla bir türkü yakar. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Hastane önünde incir ağacı (Annem ağacı) Doktor bulamadı bana ilacı (Annem ilacı) Baş tabip geliyor zehirden acı (Annem vay acı) Garip kaldım yüreğime derdoldu (Annem derdoldu) Ellerin vatanı bana yurdoldu (Annem yurdoldu) Mezarımı kazın bayıra düze (Annem vay düze) Yönünü çevirin sıladan yüze (Annem vay yüze) Benden selam söylen sevdiğimize (Sevdiğimize) Başına koysun karalar bağlasın (Annem bağlasın) Gurbet elde kaldım diye ağlasın (Annem ağlasın)
4. Meslek ve İş Türküleri
90
7. OLUKÖZÜ TÜRKÜSÜ Oluközü köyündeki kadınların ekmek yaparken, çamaşır yıkarken, tarlada çalışırken söyledikleri türkü; Oluközü’nden çıktım. Köy harap olmuş. Köydeki güzeller sıraya durmuş Yıkılasın Oluközü, İstanbul olmuş. Gülü burcu burcu kokar Oluközü Gülü burcu burcu kokar Oluközü Yaylanın bayırına, yaylanın bayırına Bayıldım çayırına, bayıldım çayırına. Yaylanın üstünden akar, yaylanın üstünden akar Zülüf gerdana taşar, zülüf gerdana taşar. Aman yayla, canım yayla Gülü burcu burcu kokar yayla hey.
91
3. MÂNİ
Anonim halk şiirinin en yaygın türlerinden biri olan mâni, genellikle yedi hecelidir ve dört mısradan oluşur. Bunun yanında hece sayısı ve mısrası bakımından daha fazla olan mâniler de vardır. Dört mısralı mânilerde birinci, ikinci ve dördüncü mısralar uyaklı, üçüncü mısra serbesttir. Böyle mânilerin uyak düzeni harflerle şöyle gösterilir: aaxa. Bunun yanında xaxa şeklinde uyaklı mâniler de vardır. Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede ortaya çıkar. Mânilerin başlıca konusu aşk olmakla birlikte, bunun dışında türlü konularda söylenebilir. Bu konuda Elçin mâni için görüşlerini şu şekilde bildirir; “Mânilerin konusu her türlü hayat hadiseleridir. Köy, kasaba veya şehirlerimizde okumamış, okumuş kimselerin ve hususiyle kadınların irticalen yarattıkları eserlerdir. Bir kısmı lirik olan ve usta şairlerin bile kolay kolay söyleyemeyeceği güzellikteki bu eserlerin ilk iki mısrası duygu, düşünce veya hayalin adeta girişi sayılır. Asıl konu son mısralarda karşımıza çıkar. Mânilerin konularının başında aşk ve sevgi gelmektedir.” (Elçin, 1990, 7) Şükrü Elçin mâniyi “ Anonim halk edebiyatı mahsullerinin en yaygın olanların biri de mânidir. Düğünlerde, kadın topluluklarında, iş yerlerinde, tarlalarda söylenen mâni umumiyetle hece vezninin yedi veya sekizlisi ile meydana getirilen dört mısralık manzumelerdir” ( Elçin, 2001:281) şeklinde tanımlar.
92
Doğan Kaya mâniyi, “Az sözlerle çok anlamların ifade edildiği, sevda konusu ağırlıkta olmak üzere hemen her konuda söylenmiş, yedi heceli, müstakil dörtlüklü anonim şiirlere mâni denir” (Kaya, 1999, 10) şeklinde belirtir. Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesi ve çevresinde yaptığımız derleme çalışmamızda karşılaştığımız mâniler, yukarıda sıralanan mânilerin genel özelliklerine sahiptir. Akdağmadeni çevresi mânileri yedi hecelidir ve dört mısradan oluşur. Bu yörede kesik mâni ve artık mâni örneklerine rastlanmıştır. Mâniler çoğunlukla aaxa şeklinde kafiyelidir. Az da olsa xaxa şeklinde kafiyeli mâniler de vardır. Genellikle ilk iki mısra doldurmadır. Asıl söylenmek istenen son iki mısrada söylenir. Bu yörede de konu genellikle aşktır. Bunun yanında tabiat, gelin kaynana atışmaları, ayrılık gibi konuları işlendiği mâniler de vardır. Ayrıca kızların askerdeki sevgililerine söyledikleri mâniler mevcuttur. Mâniler daha çok düğünlerde halay çekerken söylenir. Ayrıca kızlar ve kadınlar arsında, iş yaparken, bulgur çekerken, ekmek yaparken, mâni söyleme geleneği çok yaygındır. Bu yörede mâni söylemek için “Mâni yakmak” ve “Mâni düzmek” deyimleri kullanılır. Mâniler kendilerine özgü bir ezgi ile okunur. Mânilerin tasnifi konusunda, pek çok çalışma yapılmıştır. Yapılan tasniflerde ortak noktalar bulunduğu gibi, farklılıklar da mevcuttur. Biz bu çalışmamızda, farklılıkları gözden geçirerek ve göz ardı edilen hususları dikkate alarak bir tasnif ortaya koyan Doğan Kaya’nın mâni için yaptığı tasnife yer verdik. Derlediğimiz mânileri bu tasnif içinde belirtmeye çalıştık. Mânilerin altında, mânileri kimden derlediğimize yer verdik.
Doğan Kaya’nın mâni tasnifi şu şekildedir;
93
A. Yapılarına Göre Mâniler 1. Hece Sayısına Göre Mâniler a. Dört heceli mâniler b. Beş heceli mâniler c. Yedi heceli mâniler d. Sekiz heceli mâniler e. On bir heceli mâniler 2. Mısralarına Göre Mâniler a. Düz mâniler b. Kesik/Cinaslı mâniler c. Yedekli mâni d. Müstezat mâniler B. Hazırlanış ve Uygulanışlarına Göre Mâniler 1. Niyet mânileri 2. Katar mâniler 3. Karşılıklı mâniler 4. İş yaparken söylenen mâniler a. Tarlada çalışan kadınların gelip geçenlere söyledikleri mâniler. b. Halı dokuyan kızların söyledikleri mâniler. c. Bulgur çekerken söylenen mâniler d. Taş toplarken söylenen mâniler e. Çayır biçilirken söylenen mâniler f. Bostanda çalışırken söylenen mâniler 5. Saya mânileri 6. Bayraktar mânileri 7. Soru-cevaplı mâniler C. Konularına Göre Mâniler
94
1. Sevda Mânileri 2. Şehir Mânileri 3. Cinsel Konulu Mâniler 4. Ramazan Mânileri 5. Milli Hislerle Söylenmiş Mâniler 6. Mektup Mânileri 7. Hayvanlarla İlgili Mâniler 8. Askerlik Mânileri 9. Gelin-Kaynana Mânileri 10. Tatlı Mânileri 11. Öğüt Mânileri 12. Sosyal Konulu Mâniler 13. Felek İçin Söylenmiş Mâniler 14. İsimlerle Kurulu Mâniler 15. Gurbet Mânileri 16. Anne İçin Söylenmiş Mâniler 17. Sünnet Mânileri 18. Meslek Mânileri 19. Mezar Taşı Mânileri 20. Kabadayı Mânileri 21. Nazarla İlgili Mâniler 22. Kardeş Mânileri 23. Irmak Mânileri 24. Politik Mâniler 25. Fotoğraf Arkası Mâniler
Yukarıda
genel
özelliklerini
sıraladığımız
Akdağmadeni
ve
çevresi
mânilerinden derlediğimiz örnekleri numaralandırdık. Ayrıca tezimizin kaynak şahıs kısmında bu numaralandırdığımız mânilerin kimden alındığını belirttik.
95
Akdağmadeni ve çevresinde genç kızlar niyet ve fal amaçlı “Mantuvar” oyununu oynarlar. Halk arasında “Mantuvar Kurmak” diye de bilinen oyun şu şekildedir; Yedi türlü bahçe çiçeğinden toplanıp, bir küpün içine atılır. Üç-dört gün çiçek yaprakları küpün içinde bekletilir. Çiçekler küpün içinde ekşiyince daha güzel bir koku alır. Sonra altı-yedi kız toparlanıp, kendi nasipleri için küpün içine para, yüzük, boncuk, kolye atarlar. Önceden hazırlanan mâniler sırasıyla okunur. O an küpün içinden ne çekilirse, okunan mâni, onu atan kişinin nasibidir.
Bu oyunda kullanılan niyet, fal mânileri de genellikle aaxa şeklindedir; Mor ışığa varamam Dilde destan olamam Ay buluta girişin Bana sana duramam Yük üstünde halıyım Halının bir dalıyım Değmen dolaşman bana Ben bir yiğit malıyım Kayalar merdin merdin Tükenmez benim derdim Ne ağaçlar kalem olsa Yazılmaz benim derdim Aldım yumurta satın İçi dolusun altın Koca köyün içinde
96
Yarim ağa, ben hatun
Uyak düzeni aaxa ve konusu aşk olan sevda mânilerine örnekler: 1 Kekliğim ot getir Sıladan mektup getir Eğer yarim gelmezse Kanadından tut getir 2 Ay doğar ayan beyan Yollara düştüm yayan Rüyana girmez iken Yanına geldim uyan 3 Samanlık dolu saman Aman nişanlım aman Eller düğün ediyor Bizim düğün ne zaman 4 Bahçelerin duduyum Sen topla ben yuduyum Şu köyün dullarına Çoban tutun, güdüyüm 5 Mektup yazdım kış idi Kalemim gümüş idi
97
Daha çok yazacaktım Parmaklarım üşüdü 6 Gözlerim baktı sana Bakarken aktı sana Yüzünde göz izi var Yârim kim baktım sana 7 Dağları duman aldı Gül dibini kan aldı Azrail’e borçlu kaldım Bir canım var, yar aldı 8 Dereye zincir attım Suya karanfil kattım Düşman senin uğruna Bu yıl da yârsiz yattım 9 Akdağının başındayım On iki yaşındayım On beşime girmeden Kızların peşindeyim
10 Ekmek ettim terledim Yola çıktım parladım
98
Yar kapıdan geçerken Al mendili salladım 11 Eserim kıyma bana Kurban olayım sana Yılda kurban bir olur Her gün kurbanım sana 12 Uzun kavak dallanmaz Güzel oğlan sallanmaz Yârime bir hediyem var O da elden yollanmaz 13 Pancar pezik değil mi? Yürek ezik değil mi? Ben sevdim eller aldı Bana yazık değil mi? 14 Git gurbet ellerine Gül attım yollarına İlik düğme olayım O yârin kollarına.
15 Ak koyun kara koyun Yaramı derin oyun
99
Ben buz dertten ölürsem Adımı dertli koyun. 16 Gidiyom gidemiyom Sevdim terk edemiyom Sevdiğim pek gönüllü Gönlünü edemiyom. 17 Bahçelerden geçiyor Bir kuş olmuş uçuyor Beni kendine yaktı Şimdi benden kaçıyor. 18 Serpenekte kilim var Deste deste gülüm var Gel beraber gezelim Ayrılık var ölüm var. 19 Gökte bulut örseler Seni bana verseler Bir tüyünden vazgeçmem Bölük bölük bölseler.
20 Bir defim var derinden Gel beriden beriden
100
Senin sevdan değil mi? Beni böyle eriden. 21 Şemsiyesi mor yârim Ettin beni kor yârim Sevip sevip ayrılmak İkimize zor yârim. 22 Dere boyu giderim Bir çift comba güderim Al combacı combanı Ben yârime giderim 23 Çorabı var dizinde Üç beni var yüzünde Kurban olayım dayım Gönlüm senin kızında. 24 Hop bedirik bedirik Yaprağı delik deşik Bize Yozgatlı derler Biz güzeli severik.
25 Samanlık dolu saçma Sevdiğim benden kaçma
101
Zaten ben yaralıyım Bir yara da sen açma. 26 Samanlık dolu saman Sarılalım bir zaman Dünyalar benim olur Yârim geldiği zaman. 27 Gidiyom ben de ben de Bir arzum kaldı sende Ayva gibi sarardım Din iman yok mu sende. 28 Ördek göllerde olur Şahin çöllerde olur Yâri güzel olanın Gözü yollarda olur. 29 Martinim atılmıyor Pahalı satılmıyor Geceler ayaz olmuş Yalınız yatılmıyor.
30 Su gelir taşa değer Kirpikler kaşa değer
102
Merak etme güzelim Bir gün baş başa değer. 31 Merdivenim Kırk ayak Kırkına vurdum dayak Yar kapıdan geçerken Ne el tutar ne ayak. 32 Su gelir millendirir Çayırı çimlendirir O yârin güzelliği Ahrazı dillendirir. 33 Arpa elek unuyum Kız kurbanlar oluyum Senden başka seversem Ben Allah’tan buluyum. 34 Elinde altın şamdan Perdeyi kaldır camdan Al hançeri vur beni Ben usandım bu candan
35 Döne dönü üzümsün Yârim iki gözümsün
103
Beni unuttu sanma Akşam gündüz sözümsün. 36 Potiniyim bağıyım İçinin toprağıyım Hangi dala konarsan O dalın yaprağıyım. 37 Akdağın başı çamlık Tarlada biter yemlik Benim yârim çok güzel Takam ona nazarlık. 38 İncecikten kar yağar Alçak yüksek dağlara Ben gidiyom sevgilim Arkamdan gel bağlara 39 Çorap milinen olur Sevda sırılan olur Gözdür âleme bakar Gönül birinen olur.
40 Soğan kestim acı Yârimin adı hacı
104
Eğer beni alırsa Edeceğim baş tacı. 41 Akdağ’ının mezarlığı Tam biter üzerliği Yozgat valisinde yok Yârimin güzelliği. 42 Benim yârim pek güzel Cami dibinde gezer Bir de gözlük takarsa Aynı şoföre benzer. 43 Mâni benim ezberim Kan ağlıyor gözlerim Ben o yârin yolunu Ölenece gözlerim. 44 Arpa ekmeği pişmiyor Gün tepeden aşmıyor Benim sevdiğim oğlan Hiç aklımdan çıkmıyor.
45 Patlıcana kuş konmaz Konsa da karnı doymaz
105
Yar üstüne yar sevmiş Kulağım bile duymaz. 46 Karakuşun kanadı Güzellerin inadı Al yanaktan öpünçe Pembe dudak kanadı. 47 Şu Akdağ’nın kızları Kara kara gözleri Gözlerine bakarken Yitirdim öküzleri. 48 Mâni bilirim deyi Gitti gelirim deyi Ahd etti, yemin etti Sevdim gelir alırım deyi 49 Al yaka mavi yaka Yari yolladım hırka Kirpiklerim yoruldu Yoluna baka baka
50 Güver bostanı güver Su bastı bendi döver
106
Heveslendim yar sevdim Her gelen onu sever 51 Kara üzüm salkımı Yarim sizde saklımı Doğru söyleyin komşular Yarim sizde saklımı 52 Mavi yeleğin oğlan Nedir dileğin oğlan Sevdin de alamadın Yansın yüreğin oğlan 53 Köprünün altı kuyu Uyu sevdiğim uyu İçmeden mi sarhoş oldun İçtiğin üzüm suyu
Uyak düzeni aaxa olan gurbet mânilerine örnekler; 54
107
Ekinim var tarakta Bir yârim var ırakta Sağ olsun ırak olsun Sızısı var yürekte. 55 Mâni defterini açtım Hem kaynadım hem coştum Ayrılık şerbetini Yar doldurdu ben içtim 56 Kara bürük bürünürüm Dizin dizin sürünürüm O yardan ayrılınca Kara kara düşünürüm
Uyak Düzeni aaxa olan felek için söylenmiş mâniye örnek;
108
57 Çırçır handa bu handa Bütün güzeller bu yanda Ellerin yâri gelmiş Benim yârim ne yanda?
Uyak düzeni xaxa olan asker mânilerine örnekler: 58 Gökte uçan teyyare Boyaların soldu mu? Yârimi asker ettin Alayların doldu mu? 59 Basmadan fistan aldım Sırtıma dar geliyor Ayrılın benden kızlar Sevdiğim oğlan geliyor. 60 Sarı kurdelem sarı Askere saldım yâri Çavuş kurban olayım Tez gönder nazlı yâri. 61 Ayakkabım çözüldü Bağla sevdiğim bağla
109
Ben askere gidiyom Ağla sevdiğim ağla
Uyak düzeni axax olan gelin-kaynana mânilerine örnekler; 62 Ayakkabı giyerim Üstü beyaz olursa Kaynanamı severim Oğlu güzel olursa. 63 Kaynanam kara tarak Başıma batar oldu Nişanlım gül çubuğu Burnumda tüter oldu.
Halaylar Arasında Söylenen Mâniler: 64
110
Merdivenim kırk ayak Kırkına vurdum dayak Yar yanıma gelince Ne el tuttu ne ayak 65 Al elma suyu netsin Güzel kokuyu netsin İki baş bir yastıkta O göz uykuyu netsin 66 Mâni bilirim atmış Kaşları kalem çatmış İnsan oğlu topraktan Yari nurdan yaratmış 67 Al yaka mavi yaka Yare yolladım hırka Kirpiklerim yoruldu Yoluna baka baka 68 Harman yeri malama Selam söylen halama Ben oğluna varmıyom Dudakları yalama 69 Terekte teraziyim Al yanak kirazıyım
111
Gece gezen oğlanın Cebinde çereziyim 70 Çorabın bağına bak Çevir de ağıma bak Senin yarin burada yok Pınarın yoluna bak
112
4. NİNNİ
Anne ile çocuğun ahengini, birliğini, yakınlığını ve uyumunu sağlayan ninniler tarih boyu hemen her toplumda var olmuş müzik değeri taşıyan edebi örneklerdir. Ninniler çocuğun uyumasına yardımcı olmak, şayet ağlıyorsa susturmak için söylenir. Annenin içten gelerek söylediği bu ezgilere çocuk alışıp, annesinin sesiyle mışıl mışıl uyuyacaktır. Ninniler konusunda araştırma yapan Amil Çelebioğlu ninniyi, “En az iki-üç aylıkken üç-dört yaşına kadar annenin çocuğuna, onu kucağında, ayağında veya beşikte sallayarak daha çabuk ve kolay uyutmak yahut ağlamasını susturmak için hususi bir beste ile söylediği ve ondaki hâlet-i ruhiyesini yansıtır mahiyette, umumiyetle mâni türünde bir dörtlükten meydana gelen bir çeşit türkülerdir.” (Çelebioğlu, 1995a:9) şeklinde tanımlar. Hocam Ali Berat Alptekin ise ninnileri kısa ve öz bir biçimde tanımlamıştır. “Ağlayan çocuğu susturmak veya uyku saati gelen çocuğu uyutmak için anne kucağında, dizinde veya beşikte söylenen ezgilerdir.” (Kaya, 1999: 341) Akdağmadeni ve yöresinde ninni söyleme geleneği canlılığını yitirmeden devam etmektedir. Bu yörede ninni kelimesine nenni ve nennen de denilmektedir. Yörede ninni kelimesine bağlı olarak ninni söylemek, nenni söylemek, nennen yapmak gibi deyimler kullanılır.Genellikle anneler ninnilerini, çocuğunu kundağa sarıp ayaklarının üzerinde sallarken söylerler. Ninniler konusunda geniş bir araştırma yapan Amil Çelebioğlu ninnileri şu şekilde sınıflandırmaktadır;
113
Konularına göre ninniler a.
Dini, kutsi, fikri mahiyette ninniler
b.
Efsane ve ağıt türünde ninniler
c.
Dilek ve temenni mahiyetindeki ninniler
d.
Sevgi ve alaka ifade eden ninniler
e.
Övgü ve yergi mahiyetindeki ninniler
f.
Şikayet ve teessür ifade eden ninniler
g.
Ayrılık ve gurbet ifade eden ninniler
h.
Vaad mahiyetinde ninniler
i.
Tehdit ve korkutma mahiyetinde ninniler (Çelebioğlu, 1995a:20)
Ninnileri değişik şekilde tasnif eden Ali Berat Alptekin ise ninnileri şu şekilde sınıflandırmaktadır; I.
Çocuğun cinsiyetine göre
a. Kız çocukları için söylenen ninniler b. Erkek çocukları için söylenen ninniler c. Hem kız hem erkek çocukları için söylenen ninniler II.
Söyleniş sebeplerine göre
a. Çocuğu avutmak için söylenen ninniler b. Çocuğu oynatmak için söylenen ninniler c. Çocuğu uyutmak için söylenen ninniler (Sakaoğlu-Alptekin, 2005: 9)
Biz bu çalışmamızda, derlediğimiz ninnileri, Prof. Dr. Ali Berat Alptekin’in tasnifi içerisinde vermeyi uygun gördük. Ninnileri numaralandırarak kaynak şahıs kısmında kimlere ait olduğunu belirttik.
114
Akdağmadeni ve çevresinde genellikle annelerin çocuklarını uyuturken veya onları susturmak için onlara söyledikleri ninniler şunlardır;
I. Çocuğun Cinsiyetine Göre c. Hem kız hem erkek çocukları uyutmak için söylenen ninniler: II. Söyleniş Sebeplerine Göre c. Çocuğu uyutmak için söylenen ninniler 1. Ninni desem uyur mu ola Üstünü güller bürür mü ola Benim yavrum büyür mü ola Ninni ninni he kuzum ninni. Bebeğin beşiği çamdan Yuvarlandı düştü damdan Babası geliyor Şam’dan Ninni ninni he kuzum ninni. Ormanlardan geçemedim Ben yavrumu seçemedim Konak yerine yetemedim Ninni ninni he kuzum ninni.
2. Taştan bebek beledim Seni Hak’tan diledim.
115
Ninni çalarak büyüttüm Ninni bebeğim ninni Bebek seni uyutayım Emzirerek büyüteyim Dil ver mevlam yürüteyim Ninni bebeğim ninni Bebeğimin beşiği çamdan Üğürlenir gelir damdan Beybabası gelir Şam’dan Ninni bebeğim ninni Nen çaldım bebek büyüsün Uyusun da büyüsün ninni Emret mevlam yürüsün Ninni de bebeğim ninni.
3. Taştan belek belediğim Hakka dilek dilediğim
116
Ninni bebeğim ninni. Tarlalarda olur ahlat Anneler çeker zahmet Ninni bebeğim ninni. Yol üstünde biter ahlat Onlar da çekerler zahmet Dünyadaki yatan Ahmet Mevla’m bana bir can ver ninni. Beşikten bebek bakar. Annelerden sütler akar. İnşallah ocağımı yakar. Uyu bebeğim ninni
4. Hu derim de hu hu Ah derim de ninni
117
Abdestini aldırırım Namazını kıldırırım Hak yoluna gönderirim Hak yolunda bir kuyu İçimde zemzem suyu Eğildim içmeye Kanatlandım uçmaya Cennet kapısını açmaya Cennet kapısının önünde Hurileri güldürür. Hurilerin hocası Bugün Cuma gecesi Ihtırdılar deveyi Bindirdiler Hava’yı Hava kitap getirir. Cümlemize yetirir. Ninni de yavrum ninni. Hu derim de hu hu Ah derim de ninni
I. Çocuğun Cinsiyetine Göre a. Erkek çocukları uyutmak için söylenen ninniler: II. Söyleniş Sebeplerine Göre
118
c. Çocuğu uyutmak için söylenen ninniler 5. Ninni de Murat’ıma ninni Uyusun da büyüsün ninni Tıpış tıpış yürüsün ninni Annesinin yavrusu ninni Babasının kuzusu ninni.
6. Dereye gazan gurdum nenni Kimse gelmesin diye nenni Öksüz oğlana vardım nenni Asker olmasın diye nenni Oy nenni lar nenni yar nenni Yar nenni, yar nenni, yar nenni Yatsam yarin dizine nenni Yar dese nenni yar nenni Ayakkabı giyerim nenni Üstü beyaz olursa nenni Gaynanamı severim nenni Oğlu güzel olursa nenni
119
C. KALIPLAŞMIŞ İFADELER
1. ATASÖZLERİ VE DEYİMLER
A. Atasözleri İnsanların davranış biçimlerini, dünya görüşlerini, hayat tecrübelerini ortaya koyan atasözlerinin en belirgin özelliği, ele alınan konunun az söz kullanılarak çok anlam ifade etmesidir. Büyük çoğunluğu anonim olan atasözleri, halk topluluklarının, asırlar boyunca karşılaştıkları hadiselerden ve tecrübelerden ilham alarak ortaya attıkları ve kendilerinden sonra gelecek nesillere devrettikleri nasihatlar, yol gösterici tavsiyelerdir. Bu konuda geniş bir araştırma yapan Ömer Asım Aksoy atasözlerini, “Atalarımızız, uzun denemelere dayanan yargılarını genel kural, bilgece düşünce ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış şekilleri bulunan kamuca benimsenmiş özlü sözlerdir.” (Aksoy, 1965: 30) şeklinde tanımlar. Ayrıca Aksoy “Atasözleri ve Deyimler” adlı kitabında, atasözelerinin şekil ve kavram özelliklerinden bahseder; “Atasözleri kalıplaşmış sözlerdir. Her atasözü, belli bir kalıp içinde, belli sözcüklerle söylenmiş olan donmuş bir şekildir. Atasözlerindeki sözcükler değiştirilip yerlerine başka sözcük konulamaz. Atasözleri kısa ve özlüdür. Az sözcükle çok şey anlatırlar. Atasözlerinin çoğu bir, iki cümledir. Daha uzun olanları azdır. Atasözlerinde
120
ustaca bir üslup, büyüleyici ve ianadırıcı bir anlatım özelliği vardır. Yüzyıllardan beri kullanıldıklar, her gün işitildikleri halde tazeliklerini kaybetmezler.” (Aksoy, 1965: 21) Türk Atasözleri zengin bir hazinedir. Derleme yaptığımız yörede de yaşlı, bilgili ve tecrübeli kişiler, günlük yaşamlarında yakınlarına, küçüklere ve sevdiklerine zaman zaman hataları, kötülükleri, iyilikleri, doğru yolu göstermek için atasözlerine başvurur. Çalışmamız içinde ilçemiz ve yöresinde, hepsinin kendi malımız olmasa da en çok halk dilinde söylenen atasözlerimizden derlediklerimize yer verdik. Atasözleri için belirli bir tasnif olmadığı için atasözlerimizi alfabetik sıraya dizdik. Akdağmadeni ve çevresinde en çok kullanılan atasözleri; -
Abdalın karnı doyunca gözü yolda kalır.
-
Acele işe şeytan karışır.
-
Acı patlıcanı kırağı çalmaz.
-
Akıl veren çok olur, ekmek veren olmaz.
-
Acele eden ecele gider.
-
Aç ayı oynamaz.
-
Aç gözünü açarlar gözünü.
-
Aç ayı fırın yıkar.
-
Adam olana bir söz yeter.
-
Adama bir kere derler.
-
Adamın adı çıkacağına canı çıksın.
-
Ağaç yaş iken eğilir.
-
Ağaca balta vurmuşlar, neyleyim sapı bendendir, demiş.
-
Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur.
-
Ağaca dayanma kurur, insana güvenme ölür.
-
Ağanın malı gider, uşağın canı gider.
-
Ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır.
121
-
Ağır otur da molla desinler
-
Akşamın hayrından sabahın şerri.
-
Akşamın işini sabaha koma.
-
Al Allah delini, zapteyle kulunu.
-
Alacağın olsun vereceğin olmasın.
-
Alet işler, el övünür.
-
Allah’ın bildiği kuldan saklanmaz.
-
Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.
-
Altın pas tutmaz.
-
Altının kıymetini sarraf bilir.
-
Aman diyene kılıç kalkmaz.
-
Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz.
-
Anasına bak, kızını al; kenarına bak, bezini al.
-
Araba devrilince yol gösteren çok olur.
-
Arap atının yanında duran, ya huyundan ya suyundan.
-
Arayan mevlasını da bulur, belasını da.
-
Arif olan mektubu arkadan okur.
-
Arife tarif gerekmez.
-
Armudu say da elmayı soy da ye.
-
Arpa eken buğday biçmez.
-
Arpa unun yok ise tatlı dilinde mi yok.
-
Arpa unundan kadayıf olmaz.
-
Arsıza yüz versen astar ister.
-
At alırsan yazın, deve alırsan güzün, avrat alırsan gezin ha gezin.
-
At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.
-
At ölür nalı kalır, yiğit ölür namı kalır.
-
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
-
Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz.
-
Ava giden avlanır.
-
Avcı avında yolcu yolunda gerek.
-
Avratla atı emanet verme.
122
-
Ayranı yok içmeye, gümüş köprü ister geçmeye.
-
Ayvaz kasah, hep bir hesap.
-
Az oku, öz oku her kitaptan bir cüz oku.
-
Az veren candan, çok veren maldan.
-
Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz.
-
Baba malı tez tükenir.
-
Babası oğluna bir bağ bağışlamış, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş.
-
Bağa bak üzüm olsun yemeye yüzün olsun.
-
Bakan göze yasak konmaz.
-
Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur.
-
Bakmakla usta olunsa köpekler kasap olurdu.
-
Bal açacak çiçeği bilir.
-
Bal bal demekle ağız tatlanmaz.
-
Balık baştan kokar.
-
Barutla ateş yan yana durmaz.
-
Başbaşa bağlı, baş da padişaha.
-
Baş başa vermeyince iş bitmez.
-
Baş nereye gidersi ayak da oraya gider.
-
Başa gelen çekilir.
-
Başa gelen mala gelsin.
-
Başa gelmeyince bilinmez.
-
Başa gelmez iş olmaz, ava gelmez kuş olmaz.
-
Başını acemi berbere teslim eden cebinden pamuğu eksik etmesin.
-
Bedava sirke baldan tatlıdır.
-
Bekar gözü ile kız alınmaz..
-
Benim adım Hıdır, elimden gelen budur.
-
Besledik büyüttük danayı, görmez oldu anayı.
-
Besmelesiz çıkma yola, başa gelir türlü türlü bela.
-
Bilinmedik aş, ya karın ağrıtır ya baş.
-
Bilmediğin işe karışma, bilmediğin yoldan gitme.
-
Bir elin verdiğini öbür elin duymasın.
123
-
Bir eve bir baca, bir kadına bir koca.
-
Bir insanı tanımak için, ya alışveriş etmeli ya yola gitmeli.
-
Bir it üremekle bir kervan geri dönmez.
-
Bir taşla duvar yapılmaz.
-
Bir yükü götüreceğin kadar yüklen.
-
Borcun varsa kefil ol, vaktin çoksa şahit ol.
-
Boş boğazlık karın doyurmaz
-
Buğday başak verince orak kıymetlenir.
-
Buğdayım var deme, ambara girmeyince; oğlum var deme,yoksulluğa düşmeyince
-
Cevizin kırkı kırk para ama ben ütüldüğüme yanarım.
-
Dereden geçilirken at değiştirilmez
-
Düğün evini bilmiyor, dımbırdıya göbek atıyor.
-
El eli yuğur elde yüzü yur
-
El kızının yası çekilmez.
-
El sana taşınan gelirse sen ona aşınan var.
-
Eli toz olmayanın karnı tok olmaz.
-
Elinde yok bulgur aşı, kendi gezer bölük başı.
-
Eşek eşeği ödünç kaşırmış.
-
Etme cahille sohbet, başına gelir türlü zahmet.
-
Evlat sermaye torun kardır.
-
Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü.
-
Gönül düştü kediye kedi benzer duduya.
-
Gönülsüz yapılan iş, ya kelle koparır ya da diş
-
Göz yummayla gemi yürümez
-
Her gördüğünü zengin baba, her sakallıyı da dede sanma.
-
Haram yemeyen zengin olmaz, zengin olmayan bir işe yaramaz.
-
Herkesin yükü kendi ayağını kırar.
-
İddiasız yiğidin kalesi küçük olur.
-
İki kişiye bal börek, üçüncünün neyine gerek.
-
İnsan ölür eseri kalır, merkep ölür semeri kalır.
124
-
İste komşunun tavuğunu, Allah versin kazını.
-
İtinen çuvala girilmez
-
Kaynayan kazan kapak tutmaz
-
Kurt bildiği dereye kaçar.
-
Koça kelepçe vurulmaz.
-
Körün yanında yatan şaşı kalır.
-
Kütük olmasa dalın ne kıymeti olur.
-
Leylek kocamış da saksağan kıçına yuva çalmış
-
Minareyi çalan kılıfını hazırlar.
-
Ne verdi ki elime ne çalayım yüzüne.
-
Oğlan everirsen güzün, düğün edersen yazın.
-
Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır.
-
Ölüm gelmiş cihane baş ağrısı bahane.
-
Öküzün büyük olsun da yük çekmezse çekmesin.
-
Paran varsa vezir, aklın varsa kefil olma.
-
Perşembenin geldiği, çarşamdan belli olur.
-
Rüzgar esmesse yaprak kıpırdamaz.
-
Saç ayağına düşmeyince can kurtulmaz.
-
Sakınan göze çöp batar
-
Sakladım samanı, yaptırdım bu hanı.
-
Samanı zaman sattırır.
-
Semer, eşeğe ağır gelmez.
-
Söz, kalbin aynasıdır.
-
Şu çeşmenin tası var kulbu yok. Kırma insan kalbini yapacak ustası yok.
-
Tarla satanla karı boşayanın ölene kadar içinden çıkmazmış.
-
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
-
Tilki tilkiliğini bildirene kadar, post elden gider.
-
Toyken oynamayan at olmaz.
-
Un, tembel avratların bahanesidir.
-
Ürümesini bilmeyen it sürüye kurt getirir.
-
Varsa paran pulun dünya alem kulun, yoksa paran pulun tımarhanedir sonun.
125
-
Yaş ilerledikçe akıl sulanır.
-
Yavaş kuzu dokuz koyunu emer.
-
Yel eserken harmanını savur.
-
Yeni testinin suyu soğuk olur.
-
Yiğidi yiğit yapan varlık, yiğidi kör eden kör olası yokluk.
-
Yitik bulundu mu emek zayi olmaz.
-
Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.
B. Deyimler Halk arasında, tıpkı atasözleri gibi yaygın olan genellikle birkaç kelime ile derdini anlatmaya yarayan, ekseriye mecaz anlamlarla ifade edilen deyimlerin esas
126
karekteri, bir hal ifade etmektir. Deyimlerde, atasözlerinde olduğu gibi hüküm unsuru bulunmaz. Çoğunda da kelimelerin gerçek manalarından hariç başka manalar taşıdıklar görülür. Atasözlerini ve deyimleri genel hatları ile birbirinden ayırarak onlara açıklık getiren Ömer Asım Aksoy deyimleri, “Çekici bir anlatım kılığı taşıyan ve çoğunun gerçek anlamından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük toplulukları.” (Aksoy, 1965: 41) şeklinde tanımlar. Deyimler de atasözleri gibi kalıplaşmış, kısa ve özlü sözlerdir. Deyimler ve atasözlerini ayıran en büyük vasıf; deyim, bir kavramı belirtmek için bir anlatım kalıbı olurken, atasözleri bir düstur niteliğindedir. Deyimler de düstur özelliği yoktur. Ayrıca deyimlerin amacı, bir kavramı özel kalıp içinde ya da çekici hoş bir anlatımla belirtmektir. Atasözelerinin amacı ise yol göstermek, ders ve öğüt vermektir.(Aksoy, 1965: 33-34) Akdağmadeni ve çevresinde bir çok hal ve hareketler deyimlerde kendine yer bulur. Çalışmada derlediğimiz deyimleri alfabetik sıraya göre dizdik. -
Âdet yerini bulmak.
-
Adına ağzına almak.
-
Ağzı süt kokmak.
-
Ağzında bakla ıslanmamak.
-
Ağzından ateş saçmak.
-
Ağzından bal akmak
-
Ağzını bıçak açmamak.
-
Ağzını havaya açmak.
-
Ağzını hayra açmak
-
Ağzının suyu akmak.
-
Ağzıyla kuş tutmak
127
-
Akıl hocası kesilmek
-
Âlemin ağzında sakız olup çiğnenmek.
-
Âlemin maskarası olmak.
-
Alnını karışlamak
-
Altında çapanoğlu aramak.
-
Anasından emdiği süt burnundan gelmek.
-
Arap saçına dönmek.
-
Arkası kalın olmak.
-
Arkası yere gelmez.
-
Ateş bacayı sarmak.
-
Avucunu yalamak..
-
Ayağına kara sular inmek.
-
Ayağını denk almak.
-
Ayakları yere basmamak.
-
Bağrına taş basmak.
-
Başı taşa gelmek.
-
Başıboş bırakmak.
-
Başına bela almak.
-
Başına buyruk olmak.
-
Başına devlet kuşu konmak.
-
Başına kaynar su dökülmek.
-
Başında kavk yelleri esemek.
-
Başını taştan taşa vurmak.
-
Bıçak kemiğe dayanmak
-
Bir ayağı çukurda olmak.
-
Bir baltaya sap olamamak.
-
Boynuz kulağı geçmek.
-
Boyunun ölçüsünü almak.
-
Burnu büyümek.
-
Burnu sürtmek.
-
Burnunda tütmek.
128
-
Burnundan gelmek.
-
Can boğazdan gelmek.
-
Canevinden vurmak.
-
Can kulağıyla dinlemek.
-
Canı burnuna gelmek.
-
Cin çarpmışa dönmek.
-
Çalımından geçilmemek.
-
Çalmadan oynamak.
-
Çantada keklik olmak.
-
Çenelerini bıçak açmamak.
-
Çenesi düşük olmak.
-
Çıra gibi yanmak.
-
Çile çekmek.
-
Çivi çiviyi sökmek.
-
Çürük tahtaya basmak. (Yaş tahtaya basmak.)
-
Dört üstü murat üstü
-
Göze batmak.
-
Göze girmek
-
Gözden düşmek
-
Gözden kaybolmak
-
Etekleri tutuşmak.
-
Murada ermek.
-
Muradını almak.
-
Murada gelmek.
-
Muradı olmak.
-
Murad üstünde olmak.
-
Sinirden küplere binmek.
129
2. ALKIŞ VE KARGIŞLAR
Sevdiğimiz kişilere ve birinden bir iyilik görmüşsek bize iyiliği yapan kişiye iyi dileklerde bulunur, onlara dua ederiz. Sevmediğimiz kişilere ve bize kötülüğü dokunan kişilere ise kötü dileklerde bulunur, beddua ederiz. Anonim halk edebiyatı ürünlerinden olan bu iyi dileklere alkış (dua), kötü dileklere ise kargış (beddua) denir. Bu konuda Hocam Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ve Prof. Dr. Ali Berat Alptekin görüşlerini şu şekilde bildirir; “Türk dünyasında daha çok alkış ve kargış olarak bilinen kelime Türkiye Türkçesinde daha çok dua ve beddua kavramlarıyla karşılanmaktadır. Divanü Lugati’tTürk, Kutadgu Bilig ve Dede Korkut Hikâyeleri’nde alkış ve kargış şeklinde karşılaştığımız kavram kısa anlamlarıyla, alkış; hayır dua, övgü, kargış ise; kötü dua demektir.”(Sakaoğlu-Alptekin, 2005: 185) Alkış ve kargışlar konusunda geniş araştırmayı yapan L. Sami Akalın bu terimler için kısa ve öz bir tanımda bulunmuştur. Alkış: İyi dilek bildiren söz. Kargış: Kötü dilek bildiren söz. (Akalın, 1990: 28) Akdağmadeni ve çevresinde alkış ve dua kelimeleri aynen kullanılırken, kargış ve beddua kelimelerine ilenç ve karış da denilmektedir. Ayrıca karış kelimesine bağlı olarak karış getirmek deyimi de kullanılır.
130
Günlük hayatta ağzımızdan hiç eksik olmayan alkışları, derleme yaptığımız yörede anneler genellikle çocuklarına söyler. Ayrıca başkası tarafından kendilerine iyilik yapılmışsa onlara da iyi dileklerde bulunurlar.
Yöremizde derlediğimiz alkışları alfabetik sıraya göre verdik; Alkışlar (Dualar) -
Allah düğününü güzün etsin
-
Allah görünmez kazalardan esirgesin.
-
Allah imandan, Kuran’dan ayırmasın.
-
Allah ne muradın varsa versin.
-
Allah kara kaşlı kara gözlü nişanlı versin.
-
Allah sana açlık yüzü göstermesin.
-
Allah ömrümden alsın, ömrüne katsın.
-
Allah tuttuğunu altın etsin.
-
Ayağına taş değmesin.
-
Bahtın açık olsun.
-
Bereketini Allah arttırsın.
-
Birin bin olsun.
-
Cennet mekanın olsun.
-
Dert çekmeyesin.
-
Dua edenin çok olsun.
-
Eline sağlık babana rahmet.
-
Ellerin dert görmesin.
-
İki cihanda yüzün gülsün.
-
Kara haber duymayasın.
-
Malından mülkünden hayır göresin.
-
Muradına kavuşasın.
-
Muradına eresin.
131
-
Mübarek olsun.
-
Nasibin çok olsun.
-
Oğlunla oba ol, kızınla komşu ol.
-
Sağlıkla git, sağlıkla gel.
-
Su gibi aziz ol.
-
Su gibi git, su gibi gel.
-
Yerin durağın cennet olsun.
Akdağmadeni ve köylerinde halkın, kendisine bir başkasından kötülük dokunduğunda ve bazen de annelerin yaramazlık yapan çocukları için söyledikleri kargışlara örnekler alfabetik sıraya göre verilmiştir.
Kargışlar (Beddualar) -
Adın batsın.
-
Afetlere tutulasın.
-
Allah belanı versin.
-
Allah kınalı parmak tutturmasın.
-
Allah yedirmesin, örtülü kuyularda kalasın.
-
Anandan emdiğin süt burnundan gelsin.
-
Ayağına değmedik taş, başına gelmedik iş kalmasın.
-
Baba ye.
-
Baba yiyesice.
-
Başın beladan kurtulmasın.
-
Boynuna boz ip ölçülsün.
-
Cehennem ateşinde yanasın.
-
Ciğerin ağzından gelsin.
132
-
Ciğerin kopsun.
-
Derdine derman bulamayasın.
-
Elin ekmek tutmasın.
-
Elin kırılsın.
-
Ellerin yansın.
-
Emeklerin boşa gitsin.
-
Evin başına yıkılsın.
-
Gidişin olsun da gelişin olmasın.
-
Günün gününden kötü geçsin.
-
Huyun kurusun.
-
Huyun suyun batsın.
-
İflah olmayasın.
-
İnce dertlere tutulasın.
-
İnim inim inleyesin.
-
Kan kusasın.
-
Kanı altına akasıca.
-
Kapın kapansın, yuvan dağılsın.
-
Kara haberin gele.
-
Karalarınan kaybol.
-
Kesenin dibi delik olsun.
-
Kör olasın.
-
Malından, canından ol.
-
Muradına eremeyesin.
-
Nazarlara gelesin.
-
Ocağın batsın.
-
Ocağın sönsün.
-
Ocağına ateş düşsün.
-
Ocağına incir ağacı dikilsin.
-
Ölün gelir inşallah.
-
Palaska vursun, Allah belanı versin.
-
Sen tavşan ol, ekmek de tazı ye ye aç kal.
133
-
Son nefesinde su verenin olmasın.
-
Sürüm sürüm sürünesin.
-
Yağlı kurşunların önünden git.
-
Yere batasın.
-
Yerin yurdun olmasın.
-
Yiyecek aş bulamayasın
-
Yuvanda baykuşlar ötsün.
-
Zehir zıkkım olsun.
-
Zıkkımın kökünü ye.
-
Ziftin pekini ye
134
3. BİLMECELER
Türk halkının zekâ ve kurnazlığının belirtisi olarak ortaya konulmuş halk edebiyatı ürünlerinden bilmeceler, eğlence vasıtası olmakla birlikte, düşünce gücünün geliştirilmesi bakımından da önemlidir. Bilmeceleri Amil Çelebioğlu ve Yusuf Ziya Öksüz, “ Mücerred, müşahhas, hemen her mevzu karakteristik bir veya birkaç yönüyle içine alan, daha çok manzum ve sual mahiyetinde, söyleyeni meçhul, tarihimizin karanlık devirlerinden günümüze süregelen halk mahsulleridir.” (Çelebioğlu-Öksüz, 1995b: 7) şeklinde tanımlar. Şükrü Elçin bilmeceyi, “Tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hadiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi canlıları, eşyayı; akıl, zeka veya güzellik nevinden mücerret kavramlarla dini konu ve motifleri vb. kapalı bir şekilde, yakın-uzak münasebetler ve çağrışımlarla düşünce, muhakeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış sözlerdir.” (Elçin, 2001: 607) şeklinde belirtir. Bilmeceler, televizyon ve radyo gibi teknolojik aletlerin hemen her eve girmediği dönemlerde, özellikle kırsal kesimlerde, geleneksel olarak yaşatılırdı. Uzun kış gecelerinde halk, köy odalarında çay içip sohbet eder, masallar anlatılıp birbirlerine bilmeceler sorarlardı. Ayrıca kadınlar, bulgur çekerken, erişte veya ekmek yaparken birbirlerine mâniler söyler, bilmeceler sorar, hoşça vakit geçirirlerdi. Akdağmadeni ve köylerinde, çalışmamızın düğün gelenekleri bölümünde de bahsettiğimiz gibi, gelin almaya gelenlere bilmece sormak adettir. Bir köyden başka bir köye gelin götürmeye giden grup köyün birkaç kilometre dışında gençler tarafından karşılanır. Düğün kâhyasına bilmeceler sorulur. Düğün kâhyası, bilmecenin cevabını bilmediği taktirde ya gence para verir ya da düğün alayı cezaya çarptırılır.
135
Bilmeceler ölçülü ve kafiyeli oluşlarıyla da daha küçük yaştan itibaren şiir zevkinin kazanılmasına yardımcı olurlar. Bu yörede bilmeceler eskiden, köy odalarında bir oyun şeklinde sorulmaktadır. Bilmece oyunu iki grup ya da iki kişi arasında oynanabilir. Bilmecelerin cevaplandırılması için karşıdaki kişiye belli bir süre tanınır. Elliye kadar saymak gibi. Cevabı kolay bulamama halinde, “ Canlı mı, cansız mı?”, “ Yenir mi, yenmez mi?” gibi sorularla ipucu elde etme hakkı tanınabilir. Bilmeceyi bilenlere önceden kararlaştırılan mükafat (bir şehir, değerli bir eşya, puan vb.) verilir. Bu zihin sporu boyunca en çok doğru cevap veren grup yada kişi bilmece oyununu kazanmış olur.
Türk Bilmecelerin hemen hemen hepsini, iki ciltlik, İngilizce’ye de çevrilen “Türk Bilmeceleri” adlı kitabında toplayan İlhan Başgöz, bilmeceleri şu şekilde tasnif etmiştir. İlhan Başgöz, bilmeceleri karşılıklarına ve konularına göre gruplandırmış ve bunları önce beş ana bölüme, sonra her bölümü kendi içinde alt başlıklara ayırmıştır. I.
Tek Karşılığı Olan Bilmeceler
II.
Karşılıkları Birden Çok Olan Bilmeceler A. Doğa 1. Hava ve astronomi 2. Zaman 3. Doğa engebeleri 4. Bitkiler, meyveler 5. Hayvanlar 6. İnsan vücudu B. İnsan Manzaraları 1. Hayat 2. Ev hayatı
136
3. Tarım ve hayvan besleme 4. Gezi ve ulaşım 5. Toplum hayatı 6. Din ve din tarihi C. Hayattan Görünüşler D. Sembolik Dil E. Alışılmamış Durumlar F. Birbiriyle İlgisi Olmayan Kavramlar III.
Bilgi Ölçen Bilmeceler A. Soy-Sop Bilmeceleri B. Hukuk Bilmeceleri C. Hesap Bilmeceleri D. Din Bilgisi Bilmeceleri
IV.
Sözcüğün Parçası Üzerine Kurulan Bilmeceler A. Noktalar B. Harfler C. Dudakların Birbirine Değmesi D. Yanıltıcı Sorular E. Sözcüğün Ayrı Anlamları Üzerine Kurulu Bilmeceler
V.
Şaka ve Alay Bilmeceleri A. Hayalleme, Düş ve Yalan Bilmeceleri B. Kurnaz Sorular C. Karşılığı Sorunun İçinde Olan Bilmeceler (Başgöz, 1993: I-II)
İlhan Başgöz bu tasnifinde bilmeceleri biçim bakımından sınıflandırmamıştır. Bilemeceler konusunda geniş araştırma yapan Pertev Naili Boratav bilmeceleri, biçim bakımından da manzum ve nesir olmak üzere ikiye ayırmıştır. Manzum olan
137
bilmeceleri; aa, aaa, ya da aab, dörtlüklerde mâni biçimine uygun olarak aaba ve aaaa, aabb uyak düzeninde sınıflandırmıştır.(Boratav, 2000: 138) Akdağmadeni ve çevresinde çeşitli konularda söylenmiş, söyleyeni belli olmayan, halkın arasından çıkan ve dolayısıyla halkın kıvrak zekasının belirtisi olarak bilinen pek çok bilmece vardır. Bu bilmecelerimizi yukarıda verdiğimiz tasniflere bağlı kalarak şu tasnifte sınıflandırmayı uygun gördük; I.Yapılarına Göre Bilmeceler A. Mensur Bilemeceler B. Manzum Bilmecler a. Uyak düzeni aa, aaa ya da aab olan bilmeceler b. Uyak düzeni aaba, aaaa ve aabb olan bilmeceler II: Konularına Göre Bilmeceler A. İnsan ve onun uzuvlarıyla ilgili bilmeceler B. Hayvanlar ve onun uzuvlarıyla ilgili bilmeceler C. Bitkiler ve onun uzuvlarıyla ilgili bilmeceler D. Eşyalarla ilgili bilmeceler E. Tabiat ve tabiat hadiseleri ile ilgili bilmeceler F. Yiyecek ve içeceklerle ilgili bilmeceler G. Giyim-kuşamla ilgili bilmeceler H. Dini konularla ilgili bilmeceler İ. Diğer bilmeceler
İlk olarak yapısına göre mensur olan bilmeceler, konularına göre ayrılmıştır. I. Mensur Bilmeceler;
138
A. Konusu İnsan ve onun uzuvları ile ilgili bilmeceler -
Al duvar üstünde beyaz güvercin. (diş)
-
Hangi tastan su içilmez. (kafatası)
B. Konusu hayvan ve onun uzuvları ile ilgili bilmeceler -
Ormanda kazan kaynar. (karınca yığınları)
-
Ormanda kazan kaynar. (karıncalar)
C. Konusu bitki ve onun uzuvları ile ilgili olan bilmeceler -
Bıldır ki kel kız, bu yıl meydana çıktı. (çiğdem)
D. Konusu eşyalarla ilgili olan bilmeceler -
Koca it göğe bakar. (Bulgur taşı)
-
İki yanı duvar içinde binlerce kişi var. (radyo)
E. Konusu tabiat ve tabiat hadiseleri ile ilgili bilmeceler -
Çıt demeden çalıya düştü. (güneş)
-
Yük üstünde yarım çörek. (ay)
-
Bir kalbur boncuğum var. Akşamdan atar, sabah toplarım. (yıldızlar)
-
Bir kalbur cevizim var, saya tüketemedim. (yıldızlar)
-
Çıt demeden çalıya düştü. (güneş)
F. Konusu Giyim- kuşam ile ilgili bilmeceler -
Karnı var bağırsağı yok. (ayakkabı)
139
-
Bel üstünde karayılan. (kemer)
-
Bir acayip nesne gördüm. Dört duvarın üstünde eller iter gözler bakar. (çorap)
G. Diğer Bilemeceler -
Ben çekerim o kısalır. (sigara)
-
Yol üstünde kilitli sandık. (mezar)
-
İki dere arasında bir camuz mangırır. (osuruk)
-
El elin yaprağı hasret toprağı, ya bunu bilecen ya bu gece ölecen. (kına)
II. Manzum Bilmeceler
a. Uyak Düzeni aa Olan Bilemeceler A. Konusu İnsan ve Onun Uzuvları ile İlgili Olan Bilmeceler Yedi delikli tohmak Bunu bilmeyen ahmak. (baş) Gökten indi apıştı, Bütün âleme yapıştı (ad) Ben giderim o gider Arkamda tin tin eder. (gölge)
B. Konusu hayvan ve onun uzuvları ile ilgili bilmeceler
140
Beyaz gömlek giymiş bilinmez Arapça konuşur dili bilinmez. (leylek)
C. Konusu bitki ve onun uzuvları ile ilgili olan bilmeceler Dam ardına teke bağladım Boynuzlarını köke bağladım. (kabak) Karşıdan baktım taş gibi Yanına vardım sütlaç gibi. (mantar)
D. Konusu eşyalarla ilgili olan bilmeceler Şurada durur el gibi, İçine konur kol gibi (odun) Öte lin lin, beri lin lin Ayaküstü durur linlin (kapı) Karnı tok beli ince, Nereye gider karnı doyunca. (soba) Ben giderim o gider Arkama para para iz eder. (baston)
Ağzı var dili yok Karnı var bağırsağı yok (şişe)
141
Takır tukur araba İçinde var akraba. (beşik)
E. Konusu tabiat ve tabiat hadiseleri ile ilgili bilmeceler Dağdan gelir, taştan gelir Eğerlenmiş aslan gelir. (sel) Ağır halıyı silkemedim Ufak taşını dökemedim. (gök ve yıldızlar)
F. Konusu yiyecek-içecek ile ilgili bilmeceler Benim bir kuyum var İki türlü suyu var. (yumurta) Fini fini fincan İçi dolu mercan. (nar)
G. Konusu giyim- kuşam ile ilgili bilmeceler Biz bizdik otuz iki kız idik Ezildik büzüldük bir araya dizildik (diş) Eşikten atladım, İki yumurta yumurtladım. (ayakkabı)
142
Aykırı yatar, İçine bakar. (ayakkabı) Küçücük mezar Her yeri gezer. (çarık) Ayağı yok gezer durur Ne verirsen yer oturur. (cep) Ne kanı var ne canı Beş tanedir parmağı. (eldiven)
H. Konusu din ile ilgili bilmeceler Kaş ile gözden yakın, Söylenen sözden yakın (ecel) Dam ardına saç koydum Geleni gideni aç koydum. (oruç) İçi daş dışı daş Ha dolaş ha dolaş. (minare) İ. Diğer Bilmeceler Ak üstünde karalar Birbirini kovalar. (yazı)
b. Uyak Düzeni aaa ve aab Olan Bilmeceler;
143
A. Konusu hayvan ve onun uzuvları ile ilgili bilmeceler Dağdan gelir tatarına Ben onu tuta rina Kirine kıstı rina (bit)
B. Konusu bitki ve onun uzuvları ile ilgili olan bilmeceler Dilim dilim nar, Dizmece kar, Uçtu keklik kalmadı dilber. (Ekin)
C.Konusu eşyalarla ilgili olan bilmeceler Ağzı hova Deliği zivo Zartada zirto. (yayık)
D. Konusu yiyecek-içecek ile ilgili bilmeceler Başı yeşil emir değil Sırtıkara demir değil İçi beyaz peynir değil. (turp)
E. Konusu giyim-kuşam ile ilgili bilmeceler Bir çift öküzüm var,
144
Bağlarsan gezer, Çözersen yatar. (çarık) Boynu var baş yok, Kolu var bacakları yok, Ne yer ne içer. (entari) Açtı yola kaçtı yola İki kardeş düştü yola Biri gider biri gelir. (ayakkabı)
F. Diğer Bilmeceler Lamba düştü “is” dedi, Tencere düştü “tan” dedi, Annem bana “bul” dedi. (İstanbul)
c. Uyak Düzeni Mâni (aaba), aaaa ve aabb Şeklinde Olan Bilmeceler A.Konusu hayvan ve onun uzuvları ile ilgili bilmeceler Benim bir oğlum var etten Bıyıkları betten Şimdi gelir görürsünüz Güle güle ölürsünüz. (hindi) Dağda takılar Suda çipiler
145
Arşın ayaklı Burma bıyıklı. (balta, balık, leylek, tavşan)
B. Konusu bitki ve onun uzuvları ile ilgili olan bilmeceler Ey bulutlar bulutlar Yusuf’u yedi kurtlar. Ben bir şekil kuş gördüm, Tepesinden yumurtlar. (buğday)
C. Konusu eşyalarla ilgili olan bilmeceler Dağdan baktım oğlak gibi, Boynuzları budak gibi. Eğilir su içer, Bağırır oğlak gibi. (kağnı) Dağdan gelir dak gibi Boynuzu budak gibi Eğilir su içer Bağırır oğlak gibi. (balta, kağnı)
Dağ başında amirdim Yeşilbaşlı mamirdim Felek beni şaşırdı
146
Pislik içine düşürdü. (süpürge-çalgı) Ben bir nesne gördüm, gözleri karnındadır Yere yatar tekme atar Hüneri burnun dadır At biner köy köy gezer, sahibi yanındadır. (körük)
D. Konusu tabiat ve tabiat hadiseleri ile ilgili bilmeceler Altın kuyu Gümbür gümbür suyu İçen ölür İçmeyen kalır. (şimşek)
E. Konusu yiyecek-içecek ile ilgili bilmeceler Şu yol üzere gider, Ölen mezara gider. Babası üç aylık iken, Oğlu pazara gider. (salatalık)
Yeşille başladım, Sarıyla işledim, Kırmızıyla bitirdim Dünya âleme yetirdim. (kiraz) F. Konusu giyim-kuşam ile ilgili bilmeceler
147
Yükü onu götürür, O yükünü götürür. Kendi küçük ama, Mutlaka iş bitirir. (ayakkabı) Baksan teli bulunmaz, Öpsen al rengi solmaz. Başka zaman aranmaz, Onsuz gelin olunmaz. (çorap)
G. Konusu din olan bilmeceler Gökten bir elma düştü On ikiye ayrıldı On birini yediler Birine hayır dediler. (ramazan ayı)
H. Diğer Bilmeceler Ortası him Kenarı çim Hanımını bırakıp Anasıyla yatan kim. (ölü)
148
4. TEKERLEME
Halk edebiyatı ürünlerinden birisi de tekerlemelerdir. Tekerlemelerin şekil, konu, muhteva ve işlevleri bakımından sınırları tam ve kesin olarak çizilememiştir. Bunun en önemli sebebi tekerlemelerin daha çok bilmece, masal, ninni, oyun, halk hikayesi gibi pek çok türün içinde yer almasıdır. Tekerlemeleri Saim Sakaoğlu ve Ali Berat Alptekin “İçinde yer alan kelimeleri ses benzerliği açısından birbirlerini okşayan, özellikle geçiş noktalarında zorluk çekilen seslere yer veren, önemli bir bölümü anlamlı olan, genellikle kâfiyesi bulunan sözler” (Sakaoğlu- Alptekin, 2005:28) şeklinde tanımlar. Manzum
ürünlerden
olan
tekerlemeler,
genellikle
uydurma
sözlerle
söylenmiştir. Tekerlemelerde birbirlerine yakın seslerle ahenk sağlanır. Zaman zaman kafiyeli kelimelere yer verilir. Bu hususta Doğan Kaya ise tekerlemeleri, “vezin, kafiye, seci, veya aliterasyonlardan istifade ederek hislerin, fikirlerin, hal ve hayallerin abartma, tuhaflık, zıtlık, benzetme, güldürü, kısa tanım yahut çağrışımlar yoluyla ortaya konulduğu manzum nitelikli basmakalıp sözlerdir.” (Kaya, 1999: 546) şeklinde belirtir. Tekerlemeler konusunda en geniş araştırmalardan birini yapan Prof. Dr. Ali Duymaz, tekerleme ile ilgili bir tanım yapmazken, tekerlemelerin özelliklerini şöyle sıralar; 1.
Tekerleme birbirine aykırı düşünceleri, olmayacak durumları bir araya
getirip, mantık dışı birtakım sonuçlara varmakla şaşırtıcı bir etki yaratır. Örgüsü ve
149
konusu bakımından bu özelliğiyle tekerlemeler, beklenmedik hayal oyunlarının boşanıvermesiyle şaşırtmak, eğlendirmek ve keyiflendirmek için başvurulan bir söz cambazlığıdır. 2.
Masallar, halk hikâyesi, orta oyunu ve karagözde dinleyicileri anlatıya
hazırlayan bir giriş vazifesi görür. Anlatılanların uydurma ve gerçek dışı olduğunu sezdirir. Ayrıca masallarda zaman ve mesafe geçişlerinde kolaylık sağlayan bir kalıp ifade özelliği gösterir. 3.
Oyunlar da ise ebe seçimi, ebe çıkarma, tarafların tespiti ve oyunların
bölümlerinin birlikte yürümesini sağlama gibi fonksiyonları vardır. 4.
Tören tekerlemeleri ise daha ziyade tabiat güçlerini, olaylarını ve
varlıklarını etkilemek için söylenen “tılsımlı” söz özelliği göstermektedir. 5.
Yanıltmacalar çocukların dil gelişiminde önemli bir rol oynar.
(Duymaz,2002: 25) Tekerlemeleri tasnif konusunda araştırmacılar değişik görüşler öne sürmüştür. Bu konuda Sakaoğlu ve Alptekin tekerlemeleri şu şekilde sınıflandırmıştır; I. Halk Edebiyatında Tekerleme A- Mensur tekerlemeler Mensur tekerlemelerin iki çeşidi vardır. 1. Masal tekerlemeleri 2. Bağımsız söz cambazlığına bağlı tekerlemeler B- Manzum tekerlemeler 1. Oyun tekerlemeleri 2. Tören tekerlemeleri
150
II. Âşık Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı’nda Tekerleme III. Halk Temâşasında Tekerlemeler (Sakaoğlu- Alptekin, 2005: 28-33)
Diğer bir tasnif ise Pertev Naili Borotav’a aittir. 1)
Masal Tekerlemeleri
2)
Oyun Tekerlemeleri
3)
Tören Tekerlemeleri
4)
Bağımsız Söz Cambazlığı Değerinde Tekerlemeler. (Boratav, 2003: 166)
Çalışmamızda Akdağmadeni ve çevresinde manzum ve mensur tekerlemelere çocukların oyunları sırasında ebe seçmek için sayışmacalarında, anlatılan masal ve hikayelerin giriş ve bitiş kısımlarında rastlanmıştır. Ayrıca çocukların birbirlerini kızdırmak için söyledikleri tekerlemelere ve söylenmesi zor olan, söz cambazlığına dayanan tekerlemelere de rastlanmıştır.
Biz bu derlediğimiz tekerlemeleri, Saim
Sakaoğlu ve Ali Berat Alptekin’in tasnifi içerisinde belirttik. Çalışmamızda Akdağmadeni ve çevresinde derlediğimiz tekerlemeler şunlardır;
I. Halk Edebiyatında Tekerleme A. Mensur tekerlemeler 1.Masal Tekerlemeleri Bu bölümde Akdağmadeni ve çevresinde anlatılan masalların giriş ve bitiş formelleri, tekerlemelere örnek gösterilmiştir. -
Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Az söylemesi sevapmış, çok söylemesi günahmış.
151
-
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, babam eşikte, anam beşikte iken ben annemin beşiğinde tıngır mıngır sallar iken…
-
Gökten üç elma düşmüş. Biri güzel kız ile Kurtuluş’un, biri anlatanın, biri de dinleyenlerin başına…
-
Onlar ermişler muratlarına,biz çıkalım kerevetine…
I. Halk Edebiyatında Tekerleme A. Mensur tekerlemeler B. Bağımsız Söz Cambazlığına Bağlı Tekerlemeler
Birbirleri ile kafiyeli, söylenmesi zor olan tekerlemelere bağlı olarak yöremizde derlediğimiz tekerlemelere örnekler;
-
Şu yoğurdu sarımsaklasakta mı saklasak yoksa sarımsaklamasakta mı saklasak?
-
Deliği deliğine gitti, parmağım deliğime gitti.
-
Dal sarkar kartal kalkar, kartal kalkar, dal saklar.
I. Halk Edebiyatında Tekerleme B. Manzum Tekerlemeler 1. Oyun Tekerlemeleri
152
Genellikle çocuklar oyun oynarken ebeyi seçmek için bu tekerlemeleri kullanırlar. Yöremizdeki manzum oyun tekerlemelerine örnekler; 1 Kaldırgaç, Bildirgeç, Kırk üç, Kırk dört, Kırk beş, Kırk altı, Kırk yedi, Kırk sekiz, kırk dokuz, Elli, Belli, Sütlü, Süleyman, Ben avutmam, Sen avut, Saat, Saat bir, Saat iki, Saat üç, Saat dört, Saat beş, Saat altı, Saat yedi, Saat sekiz, Saat dokuz, Saat on.
153
2 Ooo, ovalama bovalama Gelin kızı kovalama Daire-i zanber Misk-i amber Yazılalım, çizilelim Bir tahtaya düzülelim. Encik, mencik, göğe boncuk Rabbim bana bir çocuk. 3 Bir, iki, üçler Yaşasın Türkler. Dört, beş, altı Polonya battı Yedi, sekiz, dokuz Alman domuz On, on bir, on iki İtalya tilki On üç, on dört, on beş Rus’lar kalleş On altı, on yedi, on sekiz Hapı yuttu Portekiz Kize kize kiz Sivri dişli İngiliz 4 Ooo,
154
Kim osurdu Bit osurdu Nereye gitti Hana gitti Ne zaman gelecek Yazın gelecek Yazılası büzülesi Yanağından asılası Tas tuz tömberlecik pıs
155
II. BÖLÜM HALK BİLİMİ
A. GEÇİŞ DÖNEMLERİ Bilindiği gibi insan yaşamının başlıca üç önemli dönemi vardır. Bunlar; doğum, evlenme ve ölümdür. Bunlara geçiş dönemleri de denir. İnsanın, doğumundan başlayarak ölümüne kadar geçirdiği sürede, gerçek sebebinin ne olduğunu bilmediği halde inandığı ve uyguladığı birçok gelenek vardır. Bu gelenek kimi zaman doğumda, kimi zaman düğünlerde, kimi zaman da ölüm törenlerinde karşımıza çıkar. Türk halkının her bir geçiş dönemine ait birçok inanmaları, adetleri, gelenekleri ve törenleri vardır. Bu saydığımız uygulamalar, bir yörenin geleneksel kültürünün ana bölümlerinden birini oluşturur. Her ne kadar tüm yurtta bu geçiş dönemi gelenekleri için aynı inanmalar olsa da bazı farklılıklar vardır. Biz bu çalışmamızda, Akdağmadeni ve köylerindeki geçiş dönemlerine ait gelenekleri, sebepleriyle ve farklılıklarıyla araştırmaya çalıştık. İlk olarak doğum sonra evlenme, en son ölüm geleneklerimizden bahsettik. Geçiş dönemlerini, Sedat Veyis Örnek’in “Türk Halkbilimi” adlı kitabındaki geçiş dönemleri ile ilgili tasnifi içinde sınıflandırdık.
1. DOĞUM GELENEKLERİ
156
Çocuk, ailenin temeli, sevginin kaynağıdır. Dinimize göre çocuk, dünyaya tertemiz gelen masum bir varlıktır. Anne ve babayı birbirine bağlayan, uyumsuz aile yapılarında bile evliliği yaşatan, çoğu zaman yıkılma tehlikesi gösteren yuvaları bu tehlikeden koruyan sıcak bir duygudur. Uzun yıllardan günümüze kadar aynı taze ve canlılığıyla gelen “Çocuk sahibi olma isteği”, ekonomik yapı ve baba ocağının tüttürülmesi gibi karakteristik nedenlere bağlanmaktadır. Akdağmadeni ve çevresinde erkek çocuğunun, kız çocuğundan daha çok istenmesi ve oğlan çocuğuna daha çok önem verilmesi, sıkça rastlanan bir gelenektir. Erkek çocuğunun istenmesinin sebebi, ekonomik bir güç olmanın yanı sıra, baba ocağının tüttürülmesi, soyunun (sülalenin ) güçlü olması, ailenin namus koruyucusu olarak görülmesi ve aile reisinin göğsü kabara kabara “Erkek babanın, erkek oğlu olur.” sözü ile yiğitlik simgesine bürünmesinden kaynaklanmaktadır. Erkek çocuğu isteyip de kız çocuğu dünyaya geldiği zaman müjdeyi getirene gönüllenip hiddetlenenlere, yerli yersiz köpürenlere çok rastlanır. Kendisine müjdeyi verene iyi gözle bakmaz, onun müjdesini değişik olarak yorumlarlar. Kız çocuğu olan baba, halktan gizlenmeye çalışır. Kendi öz çocuğunu kız olduğu için kucağında utana utana tutar. Kız çocuğu olanların çoğu büyük üzüntü duymaktadır. Bu nedenlerle çocukluğundan yaşamın sonuna kadar erkek çocuğuna bu yöremizde birçok ayrıcalıklar tanınır. Erkek çocuğu annesi tarafından daha çok emzirilmekte, hemen her istediği yapılmaktadır. Evdeki karşı cinslerin ( kızların ) bütün amacı evdeki erkeklere en iyi hizmet vermektedir. Anne, abla, küçük kız kardeş kendini bu hizmeti vermekle yükümlü hissetmektedir. Çoğu ailelerde, erkek çocukların yaşı küçük olsa dahi o evin babası sayılır. Babanın yerini tutar. Fakat günümüzde çoğu aileler, artık bu eski adetlere rağbet göstermeyip,
kız ve erkek çocuğu tercihinde ayrıcalık yapmadan
157
“Allah hayırlı evlat nasip etsin de ister kız ister oğlan olsun, yeter ki eli ayağı düzgün olsun ” der. Folklorumuzda, doğumdan başlayarak ölümle son bulan, hatta hayatın çeşitli safhalarını konu alan sayısız inanç ve gelenek mevcuttur. Yöremizdeki doğum ile ilgili inanç ve gelenekleri şu tasnif içinde belirtmeye çalışacağız;
A) Doğum Öncesi a) Kısırlığı Giderme ve Gebe Kalma b) Çocuğun Cinsiyeti ve Aşerme B) Doğum Sırası C) Doğum Sonrası a)
Çocuğun Göbeği ve Lohusalık
b) Alkarısı ve Kırk Basması c)
Ad Verme ve Diş Hediği
d) Diğer Gelenekler
A) DOĞUMDAN ÖNCE
158
a) Kısırlığı Giderme ve Gebe Kalma Çocuk sahibi olma isteği düğün esnasında yapılan en belirgin geleneksel uygulama ile ortaya konmaktadır. Gelinin yatağı yapıldıktan sonra bir oğlan çocuğu yatağın üzerinde yuvarlanmaktadır. Burada hem çocuk olması, hem de doğacak çocuğun erkek olması arzusu yatmaktadır. Akdağmadeni ve köylerinde çocuğu olmayan kadınlar genellikle yatır (türbe) ziyaretlerinde bulunur ve adak adarlar. Yöremizde çocuğu türbeye satma geleneği çok fazladır. Özellikle çocuğa ad verirken çocuğu türbeye sattıkları (adadıkları) için erkek olursa Satılmış, kız olursa Satı ismini korlar. Zaten yöremizde de bu isimlerin fazlılığı dikkat çekmektedir. Çocuğu düşürenlerin ve çocuğu olmayanların ehli kişi kadınlar tarafından beli çekilir. Çeşitli tütsü veya buğulara oturtulur. Özellikle dağlardan toplanan yedi cins kır çiçeği (ebegümeci, ısırgan otu, sığırkuyruğu, çıtlık, koyungözü, yavşan otu, ayrık) bir kazanda kaynatılarak kadını kazanın buğusuna oturturlar. Bu buğunun kadındaki tüm hastalığı alacağına ve kadının döl yollarını açacağına inanılır. Ayrıca bu yöremizde çocuğu olmayan kadınlara, doğum sancısı çeken kadının ısırdığı elmayı yedirmek, çocuk sahibi bir kadının avucundan su içirmek ve çocuğu olmayan kadının rahim bölgesine yavşan otu sürmek gibi adetler de vardır.
b) Çocuğun Cinsiyeti ve Aşerme
159
Kadının gebe olduğu anlaşılınca, herkesin merakında doğacak çocuğun kız mı yoksa erkek mi olduğu sorusu uyanır. Yöremizde genellikle gebelik sırasında bu soruya çeşitli inanmalarla yanıt aranır. Annede göbekten siyah bir çizgi aşağıya doğru inerse ve yüzünde fazla çil olursa oğlan, cildi düzgün güzel olursa doğacak çocuğun kız olacağını söylerler. Karnı topak olursa oğlan, geniş olursa kız çocuğu olacak yorumu yaparlar.Hamile kadının karnında çift hareket olursa ikiz doğuracağı biçiminde yorumlanır. Kadın hamile iken sevdiği, beğendiği birine çok bakarsa çocuğunun ona benzeyeceği söylenir. Aynı şekilde korktuğu bir hayvan ve sevmediği bir insanın yüzüne dikkatli şekilde bakarsa çocuğun ona benzeyeceği inancı vardır. Bu yüzden anne gebelik döneminde korktuğu hayvanlarla ve sevmediği kişilerle yüz yüze gelmemeye özen gösterir. Gebelik döneminde anneye fazla ve ağır iş yaptırılmaz. Annede, gebeliğin belli dönemlerinde görülen “aşerme” hali vardır. Bu dönemde, annenin canının istediği verilmezse annede ve doğacak çocukta zararlı etkilerin meydana geleceğine inanıldığı için gebe kadının ne kadar münasebetsiz de olsa her canının istediğini vermeye çok dikkat edilir.
B) DOĞUM SIRASI Doğumlar eskiden, genellikle köylerde işi bilen yaşlı kadınlara yaptırılırdı. Akdağmadeni ve köylerinde bunlara
“Ara ebesi” denir. Hamile
kadın
doğum
yapacağı günü kaynanasına söylemeye utanır. Durumu ancak eltisine, görümcesine veya yakın sevdiği birine söyler. Ara ebesi çağrılır. Doğumun kolay olması için ara ebe ağzına su alıp doğuracak kadının üstüne fışkırtır. Ayrıca ebe hamile
kadın
hapşırıp doğumu kolay olsun diye, ateşin üzerine biber atar.
160
Günümüzde, Akdağmadeni ve köylerinde doğumlar genellikle hastanede, doktor eşliğinde gerçekleşmektedir. Bebek doğar doğmaz önceden hazırlanmış bezlere sarılıp annesinin yanına konulur. Çocuğun ilerde derisi kokmaması
için tuzlu su ile yıkanır. Havluyla
kurulanıp giydirilir. Tuzlu su aynı zamanda çocuğun vücudunun sağlam olması ve sertleştirilmesi için dökülür. Doğum olur olmaz anneye yumurta ve süt pişirilip sıcak sıcak yedirilir. Çocuğun akıllı olması için doğduktan sonra, üç ezan vaktine kadar meme (anne sütü) verilmez.
C) DOĞUM SONRASI a) Çocuğun Göbeği ve Lohusalık Doğumdan sonra, çocuğun göbek bağı, makasla
veya jiletle kesilip iple
bağlanır. Akdağmadeni ve köylerinde çocuğun göbek bağı, çocuğun geleceğini, ilerideki uğraşısını ve işini etkileyeceği inancıyla gelişigüzel atılmaz. Kimi aile çocuğun göbek bağını, dinci olsun diye cami avlusuna gömer. Kimi aileler ise çocuğunun okuyup, adam olması için göbek bağını bir okulun bahçesine gömer. Bazı aileler de çocuğunun huyunun su gibi temiz olması için göbek bağını suya atar. Bebeğin göbeğindeki göbek bağının kesildiği yerin kanamaması için, o bölgeye tekerlek gibi yapılan bezler, bağırsak kuruyup düşüne kadar konulur. Bu üç, yedi , veya on gün sürer. Göbekteki bağırsak kuruyup kendiliğinden düşer. Annenin sütü çok olursa bağırsak daha çabuk kuruyup, düşer. Yeni doğurmuş, doğurup da henüz yataktan kalkmamış kadına loğusa denmektedir.
161
Lohusa kadın ve bebek evde yalnız bırakılmaz. Lohusanın yanında mutlaka bir erkek yatmalıdır. Kocasının evde olmadığı zaman, lohusanın odasında, kadının erkek kardeşi yatar. Lohusa kadın tek başına kalırsa, kadının başucuna Kuran-ı Kerim konur. Lohusa kadına ve çocuğun ziyaretine, doğumun ilk haftasında hatır sorma ziyaretleri yapılır. Bu ziyaretlerde yakın akrabalar, çocuğun üstüne çeşitli para ve hediyeler takarlar. Konuklara ise lohusa şerbeti denilen şekerli ve renkli bir şerbet sunulur. Lohusa en çok kırk en az yedi gün yatar. Üç gün sonra ailenin büyüğü veya camii hocası çağrılıp, kulağına üç ezan okuduktan sonra tekbir getirerek adı ve soyadı konur.
b) Alkarısı ve Kırk Basması Lohusa kadınlara ve çocuklara sataştığı, kimi zaman da onları öldürdüğü tasarımlanan alkarısı, Akdağmadeni ve çevresinde al, alanası, alkızı gibi adlarla da anılmaktadır. İnsan-hayvan karışımı bir görünümde tanımlanan bu öldürücü dev ya da cin, al gömlek giyen bir yaratıktır. Bu yaratığın anneye sataşmasına yörede al basması denir. Lohusalara ve çocuklarına sataşan bu öldürücü cinin zararından korunmak için lohusalar yalnız bırakılmaz. Lohusa ve çocuğun bulunduğu yere Kur’an ve nazarlık konur. Akdağmadeni ve çevresinde lohusa ile çocuğunun, doğumdan sonraki kırk gün içerisinde hastalanmalarına ve bu hastalıklarına kırk basması adı verilir. Anne ve
162
çocuğunun bu süre içerisinde hastalanmamalarına çok dikkat edilir. Bunun için şu önlemler alınır; -
Çocuğun kırk basması olmaması için, kırkı çıkmadan eve çiğ et götürülmez.
-
Anne ve çocuk, kırk gün süreyle evden dışarı çıkarılmaz.
-
Kırklı
kadınlar
ve
çocukların
birbirleriyle
bu
süre
içersinde
karşılaşmamalarına dikkat edilir. Loğusa kadın ve çocuk, kırkı çıktıktan sonra ilk olarak, çocuğun anneannesine, teyzesine ve kadının yakınlarına götürülür. Kırkı çıkmadan çocuk doğduğundan 24 saat içinde sarılık geçirir. Bu durum tehlikesizdir. Bu durumda çocuğun yüzü sarı bir örtü ile örtülür. Yöremizde, doğan çocuk kız da olsa oğlan da olsa kırkıncı gün mutlaka kırklanır. Kırk çıkarmaya kırkı dökülmek denir.
c) Ad Verme ve Diş Hediği Akdağmadeni ve çevresinde yeni doğan çocuğa ad koyma genellikle dinsel nitelikli bir törenle olur. Dinsel nitelikli törende eve bir hoca çağırılır. Hoca, çocuğu kucağına alarak kıbleye yönelir. Çocuğun sağ kulağına ezan okur. Ezanı okuduktan sonra konulan ismi üç kez çocuğun kulağına söyleyerek “hayırlı, uğurlu olsun” der. Derlememiz sırasında, Kirsinkavağı ve Muşalilkalesi Köyü’nde bu dinsel nitelikli törenden sonra yemek verilip, mevlit okutulduğuna da rastlanılmıştır. Yörede, anne ve baba çocuğa ad bulurken, vereceği adın Kuran-ı Kerim’de geçmesine dikkat eder. Kimi anne ve baba çocuğa dedesinin veya büyükannesinin
163
adını kor. Yörede bu bir gelenek haline gelmiştir. Ayrıca anne ve baba rüyasında gördüğü, duyduğu adı da çocuğuna isim olarak verir. Akdağmadeni ve çevresinde, yukarıda gebe kalma bölümünde de değindimiz gibi anne türbeye adak adar. Eğer çocuk sahibi olursa çocuğu türbeye satar. Bu sebeple, anne ve babanın kız çocuğu olmuşsa ona Satı, erkek çocuğu olmuşsa ona da Satılmış adını kor. Yöremizde bu sebepten dolayı Satı ve Satılmış ismine sıkça rastlanılmaktadır. Çocuğun biyolojik gelişmesinin belirtilerinden birisi olan ilk diş çıkarması, Akdağmadeni ve çevresinde genellikle bir törenle kutlanır. Yiyeceğin ezilmesinde, parçalanmasında ve öğütülmesinde birinci dereceden rolü olan dişin ortaya çıkışı nedeniyle düzenlenen bu törende, yiyeceği kutsama, çocuğun rızkını artırma, bereketi çoğaltma gibi dileklerin yanı sıra çocuğun dişinin sağlam olması isteği de yer almaktadır. Yöremizdeki bu törenin adına diş hediğinin yanı sıra diş buğdayı ve diş aşı da denilmektedir. Hedik, buğdayın suda kaynatılmasına verilen addır. Yörede her buğdaydan hedik yapılmaz. Buğdayın. çalıbasan buğdayı olması gerekir. Hedik yapmak çok zahmetli bir iştir. İlk olarak buğday taneleri suyu bol olan, havuzlu bir çeşmede yıkanarak, taştan ve kepeğinden ayrılır. Yıkanmış buğday taneleri çuvallanıp, harman yerine üç gün süreyle kurutulmaya bırakılır. Kuruyan buğday taneleri, kazanlara konur. Büyük bir ateş yakılarak, buğday taneleri kaynatılır. Kaynayan ilk buğday tanelerine şebit denir. Şebit tuzlanarak, kaynatanlar tarafından yenir. Çocuğun ilk dişi çıkınca, kaynatılan bulgur tepsiye konur. Bulgurun üstüne çerez ve şeker yerleştirilir. Tepsinin içinde mumlar yanar. Tepsi misafirlerin önüne getirilir. Bulgurlar çocuğun başından atılır. Çocuğun eteğine düşen yedi buğday tanesi, çocuğa nazar değmesin diye ipe dizilir ve çocuğun boynuna asılır. Gelen misafir ve akrabalar çocuğa çeşitli hediyeler getirir.
164
d) Diğer Gelenekler Sütü bol olan annenin, yabancıların önünde çocuğunun nazarlanmaması için emzirmesini istemezler. Mecbur kalınca, göğsünü ve çocuğun başını örter. Kimseye göstermeden hafif yan dönerek çocuğu emzirir. Misafire veya aile büyüklerine olan saygınlığından annenin tam arkasını dönmesi hiçbir zaman yapılmaz. Çocuğun temiz olması ve kel kalmaması için oda kapısının üzerine, gümüş para ipliğe geçirilip, oraya çivi ile takılır. Güneş batmadan, anne ve çocuk bezlerinin dışarıdan içeriye alınması şarttır. Aksi taktirde kuş veya herhangi bir şeyin silkelenmesini, kötülüğe yorum yapılır. Çocuk çok ağlarsa unlu kepek kavrulur. Çocuğun karnına yanmayacak şekilde kavrulan kepek konur. Annenin ayağına da ısıtılmış kiremit konulur. Çocuk yine çok ağlıyorsa eyâsı batmış derler. Çocuktaki ağrıyı dindirmek için çocuğun kolunu veya ayağını ölçerler. Çocuğu yüz üstü yatırıp, çocuğun sağ eliyle sol ayağını, sol eli ile de sağ ayağını çaprazlama bir şekilde, çocuğun kaba etlerinin orada birleştirmeye çalışırlar. Çocuğun elleri ve ayaklar birbirine kavuşmaz ise çocuğun eyâsı batmış demektir. Ellerini ve ayaklarını birleştirene kadar çocuk yüz üstü kalır. Eller ve ayaklar birleştikten sonra, çocuk ayaklarından baş aşağı sallandırılarak, yüz üstü yere konur. Çocuk yemek yemiyorsa, getirilen yiyeceklerden tiksinip ağzına bir şey almıyorsa ve ağzı kurumuş ise çocuğun bu hastalıklarının gitmesi için çocuğu yavşan otu ile yıkarlar. Dağdan toplanılan yavşan otu kaynatılıp, üç gün ara ile üç sefer çocuk kaynatılan suda yıkanır. Böylece çocuktaki mide bulantısı ve ağız kurusu giderilmiş olur.
165
Boyu uzamayacağı inancı olduğu için, yerde yatan çocuğun üzerinden geçilmez.. Yeni doğan çocuğun kaşlarının siyah olması için kazan diplerinin siyahı sürülür. Doğum olduktan sonra anne ve çocuğun sağlığı için altına, elenmiş ve kavrulmuş ince bir toprak koyarlar. Bu toprağa Akdağmadeni ve çevresinde höllük denir.
166
2. EVLENME GELENEKLERİ
Bu bölümde, Akdağmadeni ve çevresinde görülen evlenme geleneklerini; düğünden önce, düğün anında, düğünden sonra olmak üzere üç ana başlık altında inceleyeceğiz.
I. DÜĞÜN ÖNCESİ
A) Kız ve Erkeğin Evlenme Çağı Akdağmadeni ve çevresinde kızların evlenme çağı ekseriyetle kızın gelişme çağı olan 16 ile 18 yaşları arasında olmasına rağmen, bazı köylerimizde yapılan araştırma sonucunda 14 ile 15 yaşında evlenenlerin sayısı oldukça yüksektir. Kız normal bir sandalyeye oturunca, ayakları yere değiyorsa, aile büyükleri kızın evlenme çağının geldiğini söylerler. Kızlarını istemeye gelen damat adayını kızlarına münasip görürlerse, işi fazla yokuşa sürmeden baş-göz etmeye çalışırlar. Erkek çocukların çoğu askerliğini yaptıktan ve ekmek kapısı bulduktan sonra evlenmeleri tercih edilir. Bu özelliklere sahip olmayan erkek, kızın ailesi tarafından hoş karşılanmaz. Bazı aileler kızlarını soylarından gelen delikanlılara verirler. Diğer ailelerden gelen dünürleri geri çevirirler.
167
B)
Köy Gençlerinin Evlenme İsteklerine İlişkin Dolaylı ve İmalı
Davranışları Özellikle kırsal kesimdeki gençlerin evlenme istekleri, geleneksel olarak değişik hal ve hareketlerle ifade edilir. Bu konudaki gelenekler bazı köylerimizde aynen, bazılarında ise farklı olarak uygulanır. Az bir farklılık olsa da çoğunluğu ortak bir geleneğe bağlıdır. Toplumumuzda saygı değeri gereğince, bir gencin evlenme isteğini büyüklerine açıktan açığa söylemesi, benimsenmeyen bir davranıştır. Bu sebeple gençler evlenme isteklerini dolaylı ve imalı yollarla belirtmeye çalışırlar. Evlenme çağına gelmiş ama bir türlü evlenemeyen ya da evlendirilmeyen gençler, evlenmek isteklerini ana babalarına dolaylı yollardan duyurmak isterler.
a) Genç erkeklerin evlenmek isteğini belirttiği kalıplaşmış davranışlar — Genç, yemek yerken tabaktaki pilava kaşık saplar. — Delikanlı, sofraya fazla bir kaşık kor. Bu kaşık, delikanlının eve yeni bir kişinin gelmesi isteğini anlatır. — Genç, anne ve babaya karşılık verir. Sert, çalımlı davranışlarda bulunup, asileşir. — Evin iş yükünü üstünde bulunduran genç, işlerini savsaklar. Bir süre anne ve babasına küsüp, onlarla konuşmaz. — Bazı gençler, babasının ayakkabılarını eşiğe çivilerler. — Bazı gençler, ayakkabılarının ökçelerine basarlar. — Bazıları, babalarının ayakkabılarından birini alarak evin eşiğine çıkarırlar ya da ters çevirirler. b) Genç kızların evlenmek isteğini belirttiği kalıplaşmış davranışlar
168
— Genç kızlarda, aile büyüklerinin sözlerine ters karşılık vermek, kızmak, sert davranışlar sergilemek, yerli yersiz her şeye söylenmek, evlenmek istediğinin belirtisidir. — Genç kız, annesinin söylediklerini değil, kendi bildiğini yapar. — Genç kızın unutkanlığının artışı, evlenme isteğinin başka bir belirtisidir. Örneğin yemeği ocakta unutma, işleri ve söylenenleri unutma gibi davranışlar. — Kızın yemeden içmeden kesilmesi, baygın bakması, âşık olduğunun bir göstergesi sayılır. Çevresindekiler, “Sevdasından iğne ipliğe dönmüş” diyerek kızın ya da ailesinin bu konudaki dikkatini çekerler. — Kızların, yaptıkları işlerde kırıp dökmesi, bulaşık yıkarken tabakları atması, kapıları çarpması, yine evlenmek isteğini belirten davranışlardır. C) Kız Arama ve İsteme Erkek çocuğun evlenme çağı gelince, oğlanın annesi, kız kardeşi, yengesi veya ninesi, ayrıca yakın akrabalarından oluşan bir grup kadın, çeşitli düğün ve toplantılarda kız araştırırlar. Buna kız arama veya beğenme denir. Görüp beğendikleri kızı, münasip bir yerde damat adayına gösterirler. Gelin olacak kız için de geniş bir araştırma yapılır. Gelin olacak kızın ahlaki yapısı ve mazisi soruşturulur. Kızda mazi, oğlanda istikbal aranır. Evlenecek erkeğin kızı beğenmesi sonucunda, erkeğin aile büyükleri kızı istemek için, kız evine giderler. Kız istemeye giden aile büyükleri, her şeyden önce, kızın evinin temizliğine bakarlar. Kadının biri eline örgü alır oturur. Kızın evinin görünen yerleri temizdir ancak görünmeyen yerlerinin temizliğini anlamak için, kadın elindeki ip yumağını yere bırakır. Ayağıyla yavaşça somyanın altına itekler. Aynanın, kapıların, su içtiği bardağın temizliğine dikkat eder. Eğer ki aynasında toz varsa hemen, dünür geldim bu evin büyük kızına, yazı yazdım aynasın tozuna, diye o evin kızının notu verilmiş olur.
169
Kızın saygılı ve sabırlı olup olmadığını ölçmek için, kıza bakmaya giden kadınlar, kızdan tek tek su isterler. Suyu getirişine, bardağı tutuşuna, su içilene kadar ayakta bekleyişine bakarlar. Günler, haftalar hatta aylarca kız aranır. Kız güzel ama evi kir, pasak içinde ise erkek annesi, yalnız güzellik değil temizlik de gerekli, evine gelen iki misafiri ağırlayamazsa güzelliği neye yarar, diye beğenmez, oğluna almaz. Bazen de kız çok titiz, temiz, düzenli, saygılı ev kadını olacak birisidir. Ancak fazla güzelliği yoktur. Bu sefer de oğlan annesi, öyle ya biraz da yüzüne bakılır peynir ekmekle yenir olmalı, diye hüküm yürütür. Oğlan anası bir türlü oğluna layık kızı seçemez en sonunda birini beğenir, hakkında hayırlısı budur diye karar verilir ve kıza dünür gidilir.
D) Kız Evine Dünür Gitme Erkek tarafı, kız evine dünür giderken gideceği eve, hayırlı bir iş için misafirliğe geliyoruz, diye haber gönderir. Erkek tarafının aile büyükleri, kız evine gider. Oturup hal hatır sorduktan sonra, damat adayının halası, annesi veya ağzı lafa yatkın, bu tür işlerin acemisi olmayan gelenekleri ve görenekleri iyi bilen bir kadın sorumluluğu üzerine alıp, kızın yakınlarına gelmekteki gayelerini belirtmek için söze başlar. Biz buraya neye geldik hiç sormuyorsunuz diye konuya girer. Ev sahibi hayırdır diye karşılık verir. Onlar da Allah’ın emri Peygamberin kavliyle dünür geldik, der. Bu söz üzerine kız tarafı, Allah yazdıysa ne diyelim. Ama bizim de büyüklerimiz var. Onlara danışalım, ondan sonra gereken cevabı veririz, der. Oğlan evinin kadınları oradan ayrıldıktan sonra kız evinin tutumunu bütün yönleriyle değerlendirir. Kız evi naz evidir, sözü yöremizde tutarlılığını koruduğu için kızı bir kere istemekle, o aileye kız verilmez. Kız tarafının kızını vermeye gönlü yoksa, erkek tarafına bir haber gönderir. Nasibinizi başka yerde arayın, der. Bazen de kızın annesi ve babası, gelen erkek evi heyetine, biz bir de kızımıza soralım, diye cevap verir. Kızın kendisini isteyen erkeğe gönlü varsa, misafirlerin altına minder koyar,
170
arkalarına yastık verir. Devamlı yanlarına girer çıkar. Eğer gönlü yoksa gelen dünürlerin yanına hiç çıkmaz. Erkek tarafının ikinci gelmelerinde evet denildiği zaman kahve içilir. Allah hayırlı uğurlu etsin denir. Aradan birkaç gün geçmeden söz kesme âdeti yapılır. Oğlan evinden yakın akrabalar ve samimi komşular kız evine gelir. Kızın akrabaları ve arkadaşları da toplanır. Oğlan tarafı kıza, kendi mali durumunun el verdiğince takısını (küpe, yüzük, saat, bilezik) alır. Bunun yanında kıza elbise ve ayakkabı, başına da bir pullu tülbent alınır. Elbisesini giydirdikten sonra kızla oğlanın yüzükleri takılır. Kızın başına pullu tülbent örtülür. Sonra kolonya ve lokum tutulur. Bir ara kızla oğlanı bir odaya, yakınlarından bir kadın götürür. Erkeğin ve kızın ağızlarının tatlı olması ve bir lokmayı beraber paylaşmaları amacıyla onları odaya götüren kadın, odada bir lokumu önce kıza sonrada kalan kısmını oğlana yedirir. Gelenlerin dağılmasıyla merasim bitmiş olur. Oğlan tarafından anne ve baba kız evinde kalır. O gün hemen hoca ( imam) nikâhı kıyılır. İmam nikahı Akdağmadeni ve çevresinde genellikle iki kez kıyılır. Birincisi, kız istenip, söz kesildiğinde kıyılır. İkincisi ise düğünün üçüncü gününün akşamı, gerdeğe girmeden önce kıyılır. İmam nikâhında özellikle fazla kişinin bulunmamasına, gizlice yapılmasına özen gösterilir. İmam önce kıza vekil olarak kimi seçtiğini sorar. Vekil olarak kız, ağabeysi varsa ağabeysini yoksa, nikâh düşmeyecek birisini seçer. Kız vekil olarak birini seçmişse artık hiçbir şeye karışmaz. Eğer kız kendi kendinin vekili olacaksa kıza sorar. - Kızım seni oğlumuza aldık vardın mı? - Kız yüksek sesle evet der. Bu sözler üç kez tekrarlanır. Ondan sonra aynı sözleri imam, oğlana da sorar. Ondan da yüksek sesle üç kez evet cevabını alır. İmam kıza ve oğlana 32 farzı saymasını söyler. Cevabını aldıktan sonra ellerinizi açın der.
171
Bu esnada ellerinin açık olmasına, düğüm atılmamasına, düğme kapatılmamasına çok dikkat edilir. Çünkü inanışlara göre bunlardan biri yapılacak olursa oğlanın bağlı çıkacağına, nişanlısını istemeyeceğine inanılır. İmam elerinizi açın dedikten sonra duaya başlar ve âmin denir. Hocaya para, çorap ve havlu verilir. Kolonya ve lokum tutulur, gönderilir. Artık Allah huzurunda kız ve oğlan, evli sayılır. Namahremlikten kurtulmuş olurlar.
E) Düğün Zamanı Belirleme ve Çaya Okunma Akdağmadeni’nde düğünler genellikle yaz döneminde yapılır ve cuma- pazar günleri arasında üç gün sürer. Bahar döneminde çeşitli tarla ve
bahçe işleri
olduğundan yolmalar yolunmadan kız verilmez. İki aile tarafı anlaşarak münasip bir güne düğün günü alırlar. Düğün başlamadan önce “çaya okunma” adeti vardır.. “Bizim yarın düğünümüz var, haberiniz olsun, bize yardımcı olun” demek amacıyla, perşembe akşamı düğün sahibi köyün belli başlı saygın kişilerini evine çay ya da kahve içmeye davet eder. Çaya okunma bir saygı adetidir. Gençler gelmez, çalgı olmaz. Buradaki amaç köyün yaşlı, saygın insanlarından izin almaktır.
II. DÜĞÜN GELENEKLERİ Akdağmadeni ve çevresinde düğünler üç gün sürer. Düğünün birinci günü, Bayrak Kaldırma günüdür. İkinci günü, Kına Gecesi günüdür. Düğünün son günü ise, Gelin Alma günüdür.
172
A)
Düğünün Birinci Günü (Bayrak Kaldırma Günü)
Erkek evi, düğünün birinci günü Cuma namazından çıkanları yemek yemeğe davet eder. Yemek yendikten sonra dualarla birlikte bayrak kaldırılınca düğün başlamış olur. Akdağmadeni yöresinde üç tür bayrak kaldırılır. Birincisi, sadece Türk bayrağı üzerine soğan veya elma takılarak oluşturulan bayraktır. Kaynak şahıs bayraktaki elma ve soğanın, çiftçinin en fazla kullandığı yiyecek olduğu ve elmanın bereketi temsil ettiği için takıldığını belirtmektedir. Ancak Türk halk kültüründe elmanın ayrı bir yeri vardır. Prof. Dr. Esma Şimşek Ölümsüzlük İlacı Olarak Elma adlı makalesinde elmanın; beşikten mezara, hayatımızın her aşamasında; verimliliğin, zürriyetin, ebediliğin, gençliğin, güzelliğin, kuvvetin, sağlığın, sevginin ve hatta inancın sembolü olarak kullanıldığı belirtir. (Alptekin, 2006, 238) İkincisi, dirgen şeklinde üç uçlu bir direğin her bir ucuna soğan, elma ve herhangi< bir meyvenin takılmasıyla oluşturulan bayraktır. Bu üç uç ; anne, baba ve çocuğu temsil eder. Diğer bir inanışa göre bu üç uç; doğum, çoğalma, ölüm olarak da değerlendirilir. Üçüncüsü, mavi ve kırmızı bayrak şeklinde oluşturulan bayraktır. Kırmızı bayrak damadı, mavi bayrak ise sağdıcını temsil eder. Kız evinde bayrak asılmaz. Damadı düğün süresince erkekliğini bağlamak için, bayrak direğinin yere çakılan dip kısmına ağzı kapalı bir bıçak ve bir kilit konur. Yani, gelin eve gelene kadar geçecek sürede damadın erkekliğinin uyanmaması, bakireliğinin bozulmaması içindir. Kilidin anahtarı erkek tarafından güvenilen birine, genellikle düğün kâhyasına verilir.
173
Bayrak asıldıktan sonra davul zurna çalmaya başlar. Düğünün bu ilk gününde oyun havası çalınmaz. Genellikle türkü havası çalınır. İlk olarak da çalınması gereken Yozgat Ağırlaması’dır. Düğünün ilk gününün akşamına kadar fazla bir birikim olmaz. Akşam olunca ehl-i kâmil insanlar düğün odasında toparlanırlar. Bir düğün kâhyası seçerler. Düğün kâhyası seçmede bazı hususlar vardır. Kâhya seçilecek kişi aklı başında, yetişkin, sözü geçer biri olmalıdır. Kâhya, damadın amcası olur genellikle. Yoksa dayısı, o da yoksa eniştesi olur. Düğün kâhyasına yiğit başı da denir. Kâhyanın görevi düğün süresince düğünü yönetmek ve düğün ile ilgili olumsuzlukları, problemleri elinden geldiği kadar çözmektir. Birinci günün gecesinde, damadın erkek arkadaşları ve köyün gençleri tarafından Sinsin, Abov, Kabak ve Yüzük oyunları oynanır. Sinsin oyununda, ortaya büyük bir ateş yakılır ve üstünden atlanır. Sinsin oynamayan ve ertesi gün güreşe katılacak olan gençler ise, Abov oyununu oynar. Bu oyun ertesi gün yapılacak güreş oyununa hasım seçme için bir ön hazırlıktır. Güreşecek kişilerin üstüne birden “abov, kalk kalk” diyerek yüklenilir ve güreşecek kişileri kızdırmaya çalışırlar. Birinci günün gecesinde, kız evine danışık çayına gidilir. Erkek tarafında bir heyet oluşturulur. Bu heyette, damadın annesi, babası, dayıları ve amcaları bulunur. Heyet yanlarına ufak tefek hediyeler (çay, şeker, makarna) alarak kız evine hayırlı olsuna gider. Aynı şekilde kız evinde oluşturulan heyet de gecenin geç saatlerinde, kimselerin görmeyeceği bir vakitte erkek evine hayırlı olsuna gelir. Kız tarafı da hediye olarak kızın çeyizinde bulunan el işlemeleri, seccade ve başörtüsünden getirirler. İlk gün erkek evinde geç saatlere kadar halay çekilir. Silah atan kişiler, bayrağın üstündeki soğan ya da elmayı vururlarsa düğün kâhyası tarafından parayla ödüllendirilir.
174
Kız tarafının birinci günü çok sönük geçer. Davul, çalgı, oyun yoktur. Misafirlerden de pek gelen yoktur. Kızın yakın akrabaları, arkadaşları, halası, teyzesi gelinin yanında bulunur. Kız babasının genellikle en yakın arkadaşlarından üç-beş kişi, kız babasına teselli için yanında bulunur.
B) Düğünün İkinci Günü (Kına Gecesi) Düğünün ikinci gününe gelindiğinde, erkek tarafında sabah 7-8 gibi davul zurna , biz kalktık, hazırız, düğünümüz var haberiniz olsun manasına gelen oturak havasını çalmaya başlar. Erkek tarafında düğünün ikinci gününe “toplantı günü” de denir. Saat 10’dan sonra erkeğin arkadaşları ve gençler gelmeye başlar. Gençler biriktikten sonra evlenecek olan erkeği de yanlarına alarak damat yıkamaya götürürler. Damat yıkanmaya gitmeden önce, damat için hazırlanmış bir valiz düğün evine getirilir. Bu valizi kız evinden bir çocuk getirir. Çocuk, düğün evine geldiğinde davulzurna çocuğu karşılar. O an için en büyük ve en önemli misafir o çocuktur. Çocuk bohçaya sıkıca sarılır ve düğün kâhyasından büyük bir bahşiş almadan o bohçayı vermez. Bu hazırlanan bohçada takım elbise, iç çamaşırı, ayna, tarak bolca mendil ve çorap vardır. Bohçadakiler geniş bir tepsiye dizilir. Üstüne kırmızı pullu bir örtü örtülür. Erkek tarafından bir çocuk o tepsiyi kafasına alır. Damadı götürecek alayın önüne durur. Kimsenin o çocuğa dokunma ve laf söyleme hakkı yoktur. Damadın annesi de o tepsiye bulgurdan ve nohuttan yapılan kavurga ve sigara,şeker kor. Damat yıkamada belli başlı kurallar vardır. İlk olarak damadın yıkanması için seçilecek eve giden yolun, kız evinin önünden geçmesi şarttır. Eğer ki evlenecek kişiler aynı köyden veya aynı mahalleden değilse bu şarta uyulmaz. Damadın en yakın arkadaşları ve genç akrabaları damadı düğün evinden alırlar. En ön sırada damadın arkadaşları ve sağdıcını, damadın koluna girerek yıkanacak eve doğru yola çıkarlar. Damadı yıkmaya götürürken davul ve zurna onlara eşlik eder. Harekete başlayınca, köy veya mahalle halkı damat yıkama alayını seyre başlar. Alayın başında da düğün
175
kâhyası bulunur. İşte Efendimizin
bir
bu
sünneti
esnada olduğunu
gençlerden biri, evlenmenin hatırlatmak
ve
Peygamber
peygamberimize
salavat
getirmek için “Salavat” denilen manzum şekilde olan sözleri söyler. Her salavattan sonra “Sallalley Muhammet” sözü bütün gençler tarafından ortaklaşa söylenir. Bu salavatlar aaxa şeklinde kafiyelidir. Ama belli bir hece ölçüsü yoktur. Bu salavatlar şu şekildedir; Allah Allah İllallah Verelim Muhammed ‘e Salavat Sallalley Muhammet . Erzurum’un dağları, Erzincan’ın bağları, Sizde salavat verin, Yozgat’ın ağları Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Aşağıdan da kara bulut uyandı, Uyandı da Akdağ’ına dayandı. Bayrağımızı sorarsanız, Kimin kanıyla boyandı?
Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet.
176
Üç yüz elli adım sürer de devletin topu. Kim bilir Cennet-i Ala’da kaç bindir kapı? Bayrağımızın ağacını sorarsanız, Abdul Gazi’dir, çavdaların çöpü. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. El bağlayıp da divanında durmayın. Cebri gelip de bayrağını kırmayın. Eğer Osmanlıysanız , Sorgu sual sormayın. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Halladı, hulladı Minare başını salladı. Minarenin başındaki sarı karıncayı, Kim nalladı? Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Halladı, hulladı Minare başını salladı Minarenin başındaki sarı karıncayı Cebrail Aleyisselam nalladı
177
Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Harman yerinde kazlar, Kanatları sızlar, Siz de salavat getirin, Kömür gözlü kızlar. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Camilerin kümbeti. İçinde okunur sünneti. Bunu da sorarsanız, Ahir zaman nebisinin ümmeti. .
Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Sıra sıra söğütler , Anası kızını öğütler. Siz de salavat getirin Düğüne gelen koç yiğitler. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet.
178
Aşağıdan da acı poyraz acılar, Yukarıdan da sap kağnısı gıcılar. Siz de salavat getirin , Kömür gözlü bacılar. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Kovanlarda arılar , Kızlar yolu yarılar. Siz de salavat verin, Kambur belli karılar. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Cim üstümde cim durur , Mim üstünde mim durur. Efendimiz mihraba çıkınca, Sağ yanında kim durur? Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Cim üstünde cim durur . Mim üstünde mim durur. Efendimiz mihraba çıkınca, Sağ yanında Cebrail Aleyisselam durur.
179
Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Evlerde olur soba. Harmanlarda olur yaba. Siz de salavat getirin, Kaynanayla kayın baba. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Harman yerinde sokular. Anası kızını kokular. Siz de salavat getirin, Düğüne gelen fakılar. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet. Al elmanın eşini. Vurduk cennet kuşunu. Müjdeler olsun geline, Getiriyok eşini. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammet.
180
Gittiğimiz yerler bayır olsun. Konduğunuz yerler çayır olsun. Hep beraber salavat getirin, Getirmeyen gavur olsun. Diyelim Allah Allah İllallah Verelim Muhammed’e Salavat Sallalley Muhammed. Yıkanacak eve varıldığında, eve damadın en samimi arkadaşları, sağdıç ve düğün kâhyası girer. Zaten içeri girecekler önceden kendilerini bilirler. Alaydaki her kişi o eve giremez. Dışarıda kalalar davul-zurna eşliğinde halaylar çekerler. Damat eve girince damadı yıkamak için hazırlıklar başlanır. Düğün kâhyası tepsiyi getiren o çocuktan bahşiş vererek tepsiyi alır. Evin içine girenlere o tepsideki sigara, şeker ve kavurgadan dağıtılır. Yeme içme işi bittikten sonra damadı yıkamaya başlarlar. İlk önce damadın üstündeki giysiler çıkartılıp, sabunla bir güzel temizliği yapıldıktan sonra boy abdesti aldırılır. Yıkayacak kişi ehl-i kâmil, yetişkin ve evli biri olması gerekir. Damat yıkandıktan sonra tepsideki her elbise teker teker salavatlanarak giydirilir. Elbiseleri giydirecek kişi elbiseleri sağdıçtan ister. Sağdıcının buradaki görevi; tepsideki elbiselere sahip olmak, onları içeriye girenlere çaldırtmamaktır. Eğer ki elbiselerden birini içeriye girenlerden birini çaldırtırsa, sağdıç o elbiseyi geri almak için çalan kişiye para vermek mecburiyetindedir. Ya da tepside bulan mendil ve çoraplardan verir. Eğer kimse elbiseleri çalamadıysa, çoraplar ve mendiller dışarıda duran gençlere dağıtılır. Sağdıcın, damadın damatlığı giyip eve gideceği süre içinde, damada sahip çıkması gerekir. Eğer ki damadı biri kaçırır veya saklarsa o kişiye yüklü bir bahşiş vermeden damadı geri alamaz.
181
Evlenecek olan erkeğin yıkama işi bitip, erkek damatlığını giyince, erkeğin o an asıl damat olduğu sayılır. Dışarıda bekleyenlerle tekrar buluşulur ve erkek evine doğru yola çıkılır. Oğlan evine varıldığında düğüne gelen misafirler alayı karşılar. Davulzurna oturak havasından vazgeçip oyun havası çalmaya başlar. İlk olarak bu oyun havası damadın anne, baba ve kardeşleri içindir. İlk olarak onlar oynatılır. Gelen misafirlerin büyük bir bölümü, geniş bir çember oluşturur. Davul-zurna çalmayı bıraktığında önce sağdıç sonra da damat çemberdeki tüm büyüklerin ellerini öpmeye, yaşıtlarıyla kucaklaşmaya başlar. Kucaklaşma sırasında damat ve sağdıcının cebine para korlar. Kucaklaşma dede ve babadan başlar. Sıra anneye geldiğinde, annenin eli öpüldüğü an, oğlunun mürüvetini gördüğü için anne sevinç ağıdı yapar. Anne mutluluktan ağlar. El öpme işi bittikten sonra yemeğe geçerler. Düğün yemeğindeki en meşhur yemek, küçük misket büyüklüğünde, bir gün önceden kadınların bulgurdan yaptığı köfte aşı (topalak) dır. Bunun yanında, bulgur pilavı, pilavın üstüne büyükbaş hayvan eti ve genellikle erik hoşafı bulunur. Yemek yendikten sonra düğün kâhyası, üçüncü gün gelin indikten sonra yapılacak esas güreş için bir ön hazırlık amacı taşıyan güreşe pehlivanları davet eder. Bu güreşte, hasım gösterilir, güç ve gövde gösterisi yapılır. Gerçek güreş tutulmaz. Asıl güreş gelin inince olur. Bu güreşte de genellikle hediyeler, şalvar, takım elbise gibi küçük hediyelerdir. Güreş bittikten sonra, akşama kadar eğlenceler, oyunlar, halaylar devam ederken kız tarafından “biz davul-zurna istiyoruz” diye bir haber gelir. Kız tarafı da gelini yıkamaya götürmek için davul ve zurnayı ister. Bu istek geri çevrilemez. Düğün kâhyası davul-zurnayı alıp kız tarafına götürür. Eğer o anda erkek evindeki gençler halay çekiyorsa, düğün kâhyası gençlerden izin ister. Gençler genellikle hemen izin vermezler. Davul-zurna gittiğinde kısa bir süre erkek evinde suskunluk olur.
182
Kız tarafında düğün olduğu davul-zurna oraya gittiğinde anlaşılır. Kız yıkamaya götürülürken damadın götürüldüğü gibi salavatlama olmaz. Düğün kâhyası alayın başına geçer ve kızı yıkanacağı eve götürürler. Erkek yıkamadaki aynı adetler kız yıkamada da geçerlidir.
Düğün kâhyası gelinin yıkanma işi bittikten sonra, davul-zurnayı alıp tekrar erkek evine getirir. Akşam olmaya başlayınca erkek evinde bir hareketlenme başlar. Düğün kâhyası o an bir erkek görevlendirir. Bu görevlendirilen erkek eline bir heybe alır. Bu erkeğe tilki denir. Bu tilkinin görevi; kız tarafına gizlice gidip, elindeki heybeyi teslim etmektir. Tilkinin kim olduğu söylenmez. Heybede kuru yemiş, sigara, pişmiş tavuk olur. Kızın annesi, babası veya düğünden sorumlu bir kişiyle görüşür. Tilkicinin getirdikleri ikiye bölünür. Bir bölümü kızın arkadaşlarına, diğer bölümü ise kızın mahallesindeki genç erkeklere dağıtılır. Bu götürdükleri ayakbastı parası, sus payı niteliğindedir. Getirdiklerinden eksik çıkarsa tilkici istenir. Kız tarafı saklar tilkiciyi. Eğer kız tarafındaki erkekler tilkinin kim olduğunu anlarsa tilkiciden eksik getirdiklerini ya da getirdiklerinin yetmediğini söylerler. Eksik getirdiklerini tilkici kabul ederse tekrar aldırtırlar. Kabul etmezse yaz-kış fark etmez tilkiciyi suya basarlar. Suya bastıktan sonra tilkiciyi el altında tutarlar. Erkek tarafından gelenlere karşı çıkarırlar. İsterlerse kadın kıyafeti giydirirler ya da boynuna büyük bir ağaç bağlar ağır ceza verirler. Kız tarafında bu eğlenceler olurken, erkek tarafı davul-zurna eşliğinde gelir. O an kız tarafında bir hareketlenme başlar. Dışarıda erkekler halay çekerken kızlar evin içinde bile halay çekmezler. Eğer ki kızlar halay çekmek istiyorsa düğün kâhyasına bildirirler. Düğün kâhyası da erkeklerden müsaade aldıktan sonra kızlar halay çekmeye başlarlar. Halaylar çekildikten sonra kına yakmaya geçerler. Kına için kız, evin içinde beklemektedir. O an evin içine düğün kâhyasından hariç hiçbir erkek içeri giremez. İçeri giren kâhyanın da görevi eve hiçbir erkek sokmamaktır.
183
Kınaya yakmaya geçildiğinde, kızı evden dışarı çıkarmak için sesi güzel bir bayan kına türküsünü söyleye söyleye kızı evden çıkarır. Çıkarken kızın kınası elinde, onun arkasında kınayı yakacak kadın, onun da arkasında kızın arkadaşları ellerinde mumlar ve kınanın olduğu tepsiyle çıkarlar. Genellikle milleti ağlatmak ve hüzünlendirmek için şu kına ağıtları söylenir; Kapımızın önü iğde İğdenin dalları yerde Bu nasıl kader böyle Her birimiz bir yerde Kız anam kınan kutlu olsun Baba kızın beş miydi Bir birine eş miydi Bıraktın bizi gurbet ele Yüreklerin taş mıydı Kız anam kınan kutlu olsun Çattılar ocak taşını Vurdular düğün aşını Eğdiler kızın başını Kız anam kınan kutlu olsun Yâr ile ağzın tatlı olsun Ocağa kurdular yufka sacını Başıma vurdular gurbet tacını Anam da derken senin acını Kız anam kınan kutlu olsun Yâr ile ağzın tatlı olsun
184
Sandık içinde balası Saat içinde kınası Hani bu kızın anası Kız anam kınan kutlu olsun Yâr ile ağzın tatlı olsun Biner atın iyisine Sürer yolun kıyısına Çağrın gelsin, dayısına Kız anam kınan kutlu olsun Yâr ile ağzın tatlı olsun Zeytin bahçesinde, zeytin ağacı Dökülür yaprağı kalır dalı Anam da ayrılığın nedir ilacı? Kız anam kınan kutlu olsun Yâr ile ağzın tatlı olsun Kazan içinde kınası, Elek içinde yalası, Hani bu kızın anası, Kız anam kınan kutlu olsun. .
Yar ilen ağzın tatlı olsun.
Elimi vurdum ustara, Elimi kesti ustura, Mevla’m şirinlik göstere, Kız anam kınan kutlu olsun. Yar ile ağzın tatlı olsun.
185
Gelin başı öğmeğe geçilir. Geline kına yakmasına denir. Ortada sandalye kızı oturturlar. Kızın annesi, arkadaşları, halası, teyzesi sandalyeyi çevirirler. Kızın yüzü örtülüdür. Çember oluşturulur. Salavatlanarak kına yakılır. Bu esnada orada hiç erkek bulunmaz. Kına yakılırken kızın sağdıcı dört el üzerine getirilir. Gelinin başını sağdıcının sırtına dayarlar. O an kızın ensesine salavatlarla bir kına konur. Sonra kızın eline kına yakılmaya geldiğinde, kızın eli açılmıyor derler. Kızın elinin açılması için kızın kaynanası gelinin avucunun içine bir altın koyması gerekir. Altın avucunun ortasına konur, kenarları kına ile çevrilir. Ertesi gün kınaya bakmaya gelindiğinde o altın yerinin boşluk olduğu görünmesi gerekir. Kaynanası tarafından altın takıldığı, kınaya gelmeyenler tarafından da anlaşılmış olur. Kına yakıldıktan sonra, gelin oraya gelen büyüklerin elini öpmeye başlar. O an anne, hala, teyze ve orada bulunan kadınlar ağlamaya başlarlar. Anne ve gelinin yaktığı ağıtlar genellikle şunlardır; Atladı geçti eşiği Sofrada kaldı kaşığı Büyük evin yakışığı Yarim kınan kutlu olsun Yar ile ağzın tatlı olsun Evlerinin önü kavak Kavaktan dökülür ufak Elim kına yüzüm duvak Kız anam hakkın helal eyle Annem kızın çok muydu? Emmim dayım yok muydu? Verdin beni gurbet ele Ben bu evde çok muydum? Anam hakkın helal eyle
186
Ağlaşmalardan sonra erkek tarafından gelen kızlar hüzünü dağıtmak için, “kalkın hadi oynayalım, düğün evi mi cenaze evi mi burası” diyerek oynamaya başlarlar. Oyunlara kız tarafını da çekmeye çalışırlar. Düğün kâhyası kına yakıldıktan sonra erkek tarafını toparlar. Kız tarafından müsaade alınarak, erkek evine gelirler. Erkek evine gelindiğinde bir veya iki halay daha çekildikten sonra o gün eğlenceler bitirilir. Eğlenceler bittikten sonra düğün evinde misafir bırakılmaz. Düğün evinde sadece düğün sahipleri, anne, baba, damat ve kardeşleri kalır. Dışardan gelen misafirleri komşular tanısın, tanımasın misafir ederler. Gece herkes yattıktan sonra, gelin ve damadın birbirlerine ısınmaları için erkek tarafındaki büyükler damadı, kızın evine götürürler. Kızın eli kına ile bağlıdır. O bağ, sabah vaktine kadar çözülmez. Erkek de sabah namazı vaktine kadar kızın yanında kalır. Kimsenin görmediği sabah vaktinde erkek tekrar kendi evine gelir. Eğer erkek kendi evine gelirken kız tarafından onu biri görür ve yakalarsa çok büyük bir para ödülü alır.
C)
Düğünün Üçüncü Günü (Gelin Alma)
Düğünün üçüncü günü gelin alma günüdür. Gelin almaya gidecek kişilere okuntu farklı şekilde dağıtılır. Gelin almaya gidildiğinde, geline para takacak olanla, damadın babasının değer verdiği kişilere okuntu yapılır. Sabah 7-8 gibi kalkılıp düğün evinde toparlanmaya başlanır. Davul-zurna sabah vakti gelin havası (toplanma havası) nı çalar. Sonra okuntu yapılacak kişilerin evlerine davul-zurnayı gönderir. Eğer davulzurnayı çalan kişiler evlerin yerini bilmiyorsa düğün kâhyası evlerin yerini bilen bir genç görevlendirir. Davul-zurna gösterilen evlere gidip kısa bir müzik çalar. Evin sahibi dışarı çıkıp davul-zurnayı karşılar. Onları susturup, onlara ya şeker, çay kahve ya da bahşiş verir. Sonra o ev gelin almaya gitmeye hazırlanır. Amca, dayı ve samimi
187
olan eş-dosta okuntu yapılır. Okuntu yapılan kişi okuntu yapıldığı için onurlanır. Bu arada düğün sahipleri de okuntu yapılan kişilere araba ayarlamak ile meşguldür. Ezbere okuntu yapılmaz, bir gece önceden okuntu yapılacak kişiler bellidir ve ona göre araba ayarlanır. Erkek evinde hazırlıklar tamamlanır ve davet edilen kişiler beklenmeye başlar. Bu arada bekleme süresince halay da çekilir. Erkek evinden bir erkek iki kadın, gelin evine öncü gönderilir. Bu öncüler büyük, yetişkin, işi bilir kişiler olmak zorundadır. Gönderilen öncü erkek, kız babasına “ Biz birazdan gelin almaya geliyoruz, bir eksiğiniz gediğiniz, ihtiyacınız var mı?” diye sorar. Kız babası da başlık parası hariç, kızının evden çıkışına ait bir para ister. Bu paraya çıkıklık denir. Ya da kız babası, nişanlılık devresi uzun sürmüşse, bu süreye ait başlık parasının bir de faizini isteyebilir. Nişanlılık dönemindeki bu faize de zortlatma denir. Öncüde giden kadınların görevi ise gelin olacak kızı hazırlamaktır. Kız tarafından hiçbir kimse gelini hazırlamaz. Bu öncüdeki kadınlar geldiğinde, gelinin kız arkadaşları gelini bir odaya saklarlar ve öncüdeki kadınlara vermek istemezler. Ancak oraya giden iki kadın gelinin arkadaşlarına para veya çeşitli hediye verdikten sonra gelini hazırlamaya başlayabilirler. Gelin hazırlandıktan sonra erkek tarafına “Kız hazır, gelin alın” diye haber gönderilir. Erkek tarafında hazırlıklar yapılır, arabalar süslenir. Genellikle arabaların dikiz aynalarına eşarp ve kırmızı tül bağlanır. Yola çıkılacağı zaman davul-zurna gelin almaya gitme havası çalar. Bu müziği duyan kişiler hiç birbirlerine sormadan gelin alınmaya gidileceğini bilirler. Gelin alma alayının başında, elinde bayrak bulunan bir bayraktar olur. Sabahın erken vaktinde kız evine öncü olarak gönderilen erkek, gelin evine 300-400 metre kala düğün alayını durdurur. Öncünün her dediği kanundan daha önemlidir. Kız evinin dediklerini, isteklerini gelin almaya gelen alaya bildirir. Öncü, kız tarafı istemişse alayı arabadan indirip, geri kalan yolu yayan yürütebilir. Kız tarafının sormuş olduğu soruları iletebilir;
188
Dünya kuruldu kurulalı, Yaş yaşadı yaşayalı, Gösterdiğim taşın yaşı kaç? Diye anlamsız sorular sorabilir. Anlamsız sorulara anlamsız cevaplar verilebilir; Dünya kuruldu kurulalı, Yaş yaşadı yaşayalı, Aç ağzını göster dişini Söyleyeyim taşın yaşını Anlamlı sorularda sorulabilir. Köroğlu nerede yaşamıştır? Köroğlu’nun atının rengi nedir? Hz. Peygamber kaç yıl yaşamıştır? Gibi. Erkek tarafındaki bayraktarın, cezalardan kurtulabilmek için çenede kuvvetli olması ve hazır cevap olması gerekir. En fazla üç soru sorulur. Bayraktar üç soruya da doğru, anlamlı cevap verirse, düğün alayı cezalardan kurtulur. Bilemezse bayraktarın boynuna büyük bir odun bağlarlar. Kız evine gelindiğinde, kız tarafı erkek tarafının kadınlarını içeriye davet eder, erkekler dışarıda beklerler. Bu aşamada yetişkin insanlar içeriye çeyiz yamaya girerler. Çeyiz yazma iki aşamadan oluşur; Birinci aşamada, erkek tarafı ne
kadar çeyiz aldıysa bir liste yapar. Kız
tarafındaki çeyizler ise evin bir odasına serilir. Düğün boyunca o çeyize bakmaya köyün, mahallenin kadınları gelir. Çeyiz yazılmadan önce çeyiz yazacak kişiler odanın birine oturur ve kız tarafı kahve ikramında bulunur. Kahvelerin içine bilerek tuz atılır. Düğün kâhyası kahvelerin tuzlu olduğunu görünce, bu içilmez der ve tatlı kahve içebilmek için fincanın etrafına para kor. Tekrar şekerli kahveler yapılır ve ikram
189
edilir. Sonra çeyiz yazmaya geçilir. Önce erkek tarafının vermiş olduğu liste yazıcı tarafından yazılır. Çeyiz yazılacak kağıdın sağ üst kısmına tarih atılır. Orta kısmına Çeyiz Senedi başlığı atılır. Sonra bir alt tarafa besmele yazılır. Besmelenin altına malın cinsi, miktarı ve fiyatı olarak sınıflandırma ile sütunlar açılır. Kız tarafının çeyizini yazmak için odaya girildiğinde sandığın üzerinde oturan gelinin kardeşi veya arkadaşına bahşiş verilerek sandık açılıp, listeye yazılır. Listeye takılacak altınlar da yazılır. Tüm yazılanların fiyatları toplam hesaplanır. Fakat toplam hesaplanan bu tutar listeye direk yazılmaz. Sandığa bir değer biçilir. Değer biçilen tutara bir de “1” rakamı eklenir. Sandığa öyle bir değer biçilir ki toplam hesabın sonu kesinlikle “1” olması gerekir. Listenin altına bir kız bir de erkek tarafından şahitlerin imzası atılır. Kağıdın aşağı kısmına teslim eden, teslim alan bölümü oluşturulur. Teslim eden kızın babası, teslim alan ise damattır. Damat ve muhatara imzalatıldıktan sonra liste kız babasına verilir. Kız babası en son imzayı atacakken yazıcı kalemi vermez. “Kalem yazmıyor” der. Yazıcıya bahşiş ve hediyeler verildikten sonra yazıcı kalemi verir ve kızın babası da imzasını atar. İmam dua edip, liste kız babasına teslim edilir. Sonra “Ağzınız tatlı olsun” denilip, tatlılar dağıtılır. Çeyiz yazılırken, dışarıda duran kız tarafının gençleri, damadın amcasını, dayısını veya eniştesini tutup delikanlılık yolu yani ayakbastı parası isterler. Eğer para veya hediye vermezlerse, köyün gençleri damadın yakınından tuttuğu birini ayaklarından iple bağlayıp damdan sarkıtırlar. O an pazarlık devam eder. Pazarlıkta anlaşıldığı an adamı indirirler. Eğer ki erkek tarafı anlaşmaya uymayıp gençleri kandırmışsa, gençler o adamı tekrar tutar ve pis pis koksun diye üstüne çökelek suyu dökerler. Çökelek suyu yoksa havuza basalar. Suyu dökmüşlerse veya havuza basmışlarsa artık erkek tarafının para vermesine gerek yoktur. Çeyizin yazıldığı anlaşıldığı zaman bir traktör veya kamyonet eve yaklaşır. Çeyizler paketlenip erkek tarafının gençleri tarafından araca taşınır. Çeyizler taşınırken davul-zurna ağıt havası çalar. İçeride anne-baba kızlarıyla vedalaşır, ağlaşırlar. Evden çıkmadan, gelinin erkek kardeşi ablasına kuşağı bağlar. Eğer erkek kardeşi yoksa
190
akrabalarından en yakın kimse kuşağı bağlar. Kuşak bağlandıktan sonra, gelin kıza “Bak başında allık var sana al basmaz” demek için kız tarafından biri gelinin karşısında ayna tutar. Kızın annesi ve babası üzüntülü olduğu için kızı dışarıya dayısı veya amcası çıkarır. Gelinin bakire olduğunu simgelemesi.amacıyla başına kırmızı bir tül geçirilir. Gelin çıkıp dua yapıldıktan sonra, arabaya bindirilir. Arabaya ilk önce sağ ayakla erkek biner. Gelinin yanına kız tarafından görevlendirilen bir de yan yenge vardır. Yan yenge gelinin eteğini tutmada görevlidir. Yan yenge de arabaya biner. Arabanın arka tarafında damat, ortada gelin ve gelin yanında da yan yenge bulunur. Arabaya sağ kapıdan binilip sağ kapıdan inilir. Dua bittikten sonra gelin arabası hareket etmeden, mahalle gençlerinden biri arabaya yol vermez. Bahşişi aldıktan sonra yollarını açar. Gelin konvoyunun en önüne gelin arabası düşmez. Konvoyun en önüne, herhangi bir kaza bela olacaksa gelin arabasına gelmesin diye başka bir araç geçer. Eğer başka bir köyden gelin alınmışsa ve konvoy erkek evine gelirken başka bir köyden geçmek mecburiyetinde ise o köyde durulur. Bir tane halay çekilip tekrar yola çıkılır. Aynı köyden gelin alınmışsa düğün konvoyu, köylüye, biz gelini aldık, oğlan evine gidiyoruz demek amacıyla, köyün içinde bir tur atar. Gelin oğlan evine geldiğinde ilk önce arabada ise arabadan, atta ise attan indirilmez. Takı merasimi yapılır. Kız tarafı takı takmaz. Kayınbaba ilk olarak gelin kıza bir takı takmak zorundadır. Takı olarak ya bir tarla ya da beslediği en iyi dana veya ineği vermek zorundadır. Davulcu tokmakla davula bir kez vurup, yüksek sesle takılan hediye ve paraları oradakilere bildirir. Kayınbaba taktıktan sonra sıra kayınvalideye geçer. Kayınvalide de kayınbabanın taktığı hediyeye yakın bir şey
191
takmak zorundadır. Sonra takı için sıra ile kardeşleri, akrabaları ve dostları gelir. davulcu her takılan şeyi davula vurarak anons eder. Takı merasimi bittiğinde, gelini indirmek isterler. Fakat kız evinden gelen, gelinin yanına oturan yan yenge gelini vermek istemez. Düğün kâhyası yan yengenin gönlünü edebilecek bir bahşiş verdikten sonra müsaadeyi alır. Müsaade alındıktan sonra gelinin ineceği yere, ayağının altına bakır bir kazan ters olarak konur. Gelin ilk olarak yere, toprağa basmaz. Kazanın üstüne ağaç bir kaşık konur. Gelin kız, “Ben ana tarafımı bıraktım, kendi evimi bırakıp sizin evinize geldim, sizin evinize de güçlü olarak geldim. Bana iyi bakın, sizin neslinizi devam ettireyim.” Amacıyla o tahta kaşığı kırar. Kırmak güce mahsustur. Kaşığı kırınca erkek tarafından biri, gelinin basacağı yere bir küp kırar. Küp kırılınca herkes alkışlar ve artık gelin o evin kızı sayılır. Gelin eve doğru yürürken, gelin bir kolunda yan yenge diğer kolunda damat bulunur. Evlerinin bereketli olması için, damat yürürken saçı yapar. Bozuk paradan ve kavurgadan oluşan heybeyi oradaki çocuklara saçar. Paralar saçıldıktan sonra evin kapısının önüne gelinir. Kapının önünde geline bir çivi ve çekiç verilir. Gelin kız, “ Ben bu eve çıktım, artık bu evin kızıyım” manasında, kapının üst eşiğine çiviyi çakar. Sonra kaynanası, “Ağzımız tatlı olsun” diye gelininin ağzına bir parmak bal sürer. Gelinin yüzü gösterilmeden, yüzü örtülü bir şekilde içeri girerler. Evin içine sadece erkek olarak, damat, sağdıç ve düğün kâhyası girer. İçeri giren kadınlar, gelinin yüzünü görmek istediğinde, kayınvalide gelinine yüz görümlüğü takıp yüzünü açar. Bu yüz görümlüğü genellikle büyük bir mutfak eşyasıdır. Gelin yüzünü açtığında, kaynanasının elini öper. Sonra, gelinle damadı odanın ortasına konan sandalyeye oturturlar. Yaklaşık bir saat odanın ortasında damat ve gelin öylece kalırlar. Gelen gidenler damat ve geline bakarlar.
Bu arada düğün kâhyası dışarıda misafirleri
yemeğe davet eder.
192
Gelin kapının eşiğine adımını attığı anda gençler arasında bayrak kapma yarışı olur. Bayrağın dibindeki bıçağı, kilidi ve bayrağı kim alırsa, o gençler damat tarafından ödüllendirilir. Gençler kilidi, bıçağı ve bayrağı damada verirler. Damat kilidi aldıktan sonra, kilidin anahtarını düğün kâhyasından isteyerek kilidi açar. Bıçağı da açarak damadın erkekliği açılmış olur. Yemekler yenip, içerideki kadınlar da damat ve gelini gördükten sonra, misafirler yavaş yavaş düğün evini terk etmeye başlarlar. Sonra damat ile gelini bir odaya alırlar. Bu arada odada pek de yalnız bırakmazlar. 12-20 dakikaya bir “Çay içiyor musunuz, yemek getirelim mi?” diye rahatsız ederler. Dışarıda yemek işi bittikten sonra düğün bitmiş sayılır. Bu esnada düğün kâhyası “Hadi düğün güreşine” diyerek güreşçileri alana davet eder. Düğün güreşine gidilirken, gelinin getirmiş olduğu eşyalardan; havlu, mendil, çorap, seccade ne varsa gelinden “Güreş için ne getirdin?” diyerek istenir. Gelin güreş için getirdiklerini sandıktan çıkarıp, bohça şeklinde düğün kâhyasına verir. Düğün sahibi zenginse, güreşte birinci gelecek kişiye inek, öküz gibi bir hediye sunar. Zenginlik durumuna göre koyun, keçi de olabilir. Gelin, sandığını açıp güreş hediyesini verdikten sonra, gelinin kayınbabası, kaynanası, kayınları, elti ve damadın amca ve teyzesi için hazırlamış olduğu bohçaları hediye olarak onlara verir. Yine bu bohçalarda gömlek, mendil, çorap bulunur. Kayınbaba ve kaynanası için hazırladığı bohçalarda kesinlikle seccade bulunmak zorundadır. Düğün kâhyasına da gömlek verilir. Kızın çeyizinden, gelin almaya giden, büyük takı takan yakınlarına da kaynana tarafından hediyeler verilir.
193
III. DÜĞÜN SONRASI
A)
Gerdeğe Alınma
Düğünün üçüncü gününün akşamı, damat ve gelin gerdeğe alınır. Akşam damadın yakın arkadaşları ve bir imam çağrılır. İmam tarafından dini nikah kıyılır. Nikah kıyılırken gelin oda da damat ise imamın yanındadır. Gelinin vekaleti alınır. Gelin genellikle vekaletini amcasına veya dayısına verir. Bu kişiye vekilce denir. Vekaleti alan kişi imamın yanına oturur. Nikah kıyıldıktan sonra damat, gelinin bulunduğu odaya giderken, damadın kas kasılmasına karşı tutulmasını önlemek için, damadın arkadaşları tarafından yumruklanır ve toplu iğne batırılır. Damat içeriye girdiğinde gelinin döktüğü su ile abdest alır. Gelin de abdest aldıktan sonra iki rekat şükür namazı kılarlar. Sonra gerdeğe girilir. Sabah namazına doğru erkeğin halası veya teyzesi bir sorun olup olmadığını anlamak için odanın kapısına vurur.
B)
Kesim Kesme (Kekil Kesme) Adeti
Sabah kahvaltı yapıldıktan sonra damat evi terk etmez. Kesim kesme adeti başlar. Damadın yakınları ve gelirse gelinin yakınları
evde toplanmaya başlarlar.
Gelenler yanlarında üç-beş tane, yedi-sekiz yaşlarında çocuk da getirirler. Damadın yakınlarından ikisi, gelinin çocukluktan çıktığını, artık ekmek yapabileceğini belirtmek için, oklavayı iki ucundan tutarak, çocukları ve gelini üstünden atlatırlar. Sonra oradaki kadınlar, gelin kızın artık kızlığının bittiğini, kadın olduğunu belirtmek için, gelinin saçını tararlar ve saçının ön tarafından birazcık keserler. Buna kekil kesme denir. Bu güne kekil kesme günü de denir.
194
C)
Gelinlik Yapma Dönemi
Gelin evdeki kişilere, kayınbabasına, kaynanasına, kayınlara gelinlik yapar. Gelinlik yapma şu şekilde gerçekleşmektedir; Gelin evdeki kişilerle çok kısık bir sesle konuşur. Eğer gelinin gelinlik yapmasını, kısık sesle konuşmasını bozmak isteniyorsa, geline bir hediye takılması gerekir. Genellikle hediye kayınbabadan istenir. Hediye alındıktan sonra gelin normal sesle konuşmaya başlar. Akdağmadeni ve çevresinde kayınbabası ile inat yüzünden bir ömür boyu onunla konuşmayan gelinler vardır. Bazen de kayınbaba gelinin hiç konuşmasını zaten istemez ve gelininin gelinlik yapmasına razıdır.
195
3. ÖLÜM GELENEKLERİ
Doğum ve evlenmede olduğu gibi, ölüm çevresinde de birçok inanma, adet ve kalıplaşmış davranışlar vardır. Ölüm her yaşayan varlılar için kaçınılmaz bir sondur. Bu sebeple tüm bölgelerimizde olduğu gibi, ölüm ile ilgili inanmalar, adet ve töreler Akdağmadeni ve çevresinde de karakteristik bir özellik kazanmıştır. Yöremizdeki ölüm ile ilgili adet, töre ve gelenekleri üç ana başlık altında inceleyeceğiz; a) Ölüm Öncesi b) Ölüm Sırası c) Ölüm Sonrası
a)
Ölüm Öncesi
Yöre halkının inanmalarında, ölümü önceden haber verdiği sanılan belirtiler vardır. Bu belirtileri şu şekildedir; Hasta yatan kişinin burnunun ucu beyazlamış ve burun delikleri küçülmüş ise hastanın ölüm vaktinin geldiğine inanılır. Ayrıca memleketinde değil de başka bir ilde hasta yatan kişi, yatağından kalkıp ısrarla memleketine gitmek istiyorsa, “toprak çekiyor” denilip kısa bir süre içinde öleceğine inanılır.
196
Bir kimsenin evine baykuş konup öterse, o evden cenaze çıkacağına inanılır. Yörede başka bir inanış da yıldız kayması ile ilgilidir. Gökyüzündeki her bir yıldızın bir insanı simgelediğine ve yıldız kaydığında o yöreden bir kişi öldüğüne inanılmaktadır.
b) Ölüm Sırası Herhangi birinin ölümü olduğu zaman hemen yakınlarına haber verme telaşına düşülür. Uzaktaki oğlu, kızı, babası veya çok yakınlarına haber verilir. Ölenin kardeşi veya çok yakını ağıt yakar. Ölü gece veya sabah vaktinde ölmüşse öğle namazına kaldırılır. Eğer ki ölünün yakınları uzaktan gelecekse, ölü en geç ikindi namazına kadar bekletilir. Ölüyü fazla bekletmek iyi sayılmaz. Bu bekleme esnasında, ölünün şişmemesi için ölünün üzerine bıçak veya demir bir parça konur. Ölünün çenesi bağlanır. Ölünün beklediği evin tüm ışıkları, meleklerin geldiğine inanıldığı için, gece boyu açık kalır. Ölünün komşu ve yakınları cenazeyi denetlemek için iş bölümü yaparlar. Komşular, ölünün sahiplerini teselli ve teskin edici konuşmalarda bulunurlar. Ölen kişi kadınsa kadın yıkayıcı, erkekse camii imamı çağrılır. Ateş yakılıp, kazanda su kaynatılır. İmama birkaç kişi yardım edip, ölü yıkandıktan sonra ölüyü kefene sararlar. Bir kaç kişi camiden tabutu getirir. Kefenleme işleminden sonra ölüyü tabuta korlar. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, orada bulunan cemaatle cenaze omuzlara kaldırılır. Bu anda evdeki kadınlardan çağrışmalar, bağrışmalar olur, ağıtlar söylenir. Cenazeye katılan cemaat, Allah katında sevap olduğuna inanıldığı için, tabuttan tutabilmek için adeta yarışa girerler. Tabut yakınlarının, eş ve dostlarının omuzlarında mezarlığa getirili. Mezarlığın girişinde, uzun bir taşın üzerine (musalla taşı) tabut konulur. Cenaze namazı kılındıktan sonra imam;
197
-
Merhumu nasıl bilirdiniz? Der
Cemaatte; -
İyi bilirdik. Allah rahmet eylesin, der
Hoca tekrar; -Hakkınızı helal edin, der. Cemaat; helal olsun dedikten sonra, cenaze eşilen mezara götürülür. Ölünün en yakınlarından birkaç kişi mezara girer. Besmele ve dualarla ölü tabuttan çıkarılıp, ölünün yüzü kıbleye bakacak şekilde yerine konulur. Hazırlanmış tahtalarla yatay olarak dizilir. Üzerine ot atılıp toprak dökülür. Gömme işi bittikten sonra, ölenin adı ve soyadı, doğum ve ölüm tarihi yazılı tahta, mezarın başına konulur. İleriki bir tarihte ölü sahiplerinin gücüne göre kabristan özel taş veya betonlarla tekrar yaptırılır.
Akdağmadeni ve yöresinde ölüm sırasındaki diğer inanmalar şunlardır; -
Ölenin kefenine, yıkadıktan sonra içine kafurun (bir çeşit ot) koyarlar ki şeytan gelmesin diye.
-
Ölen erkekse karısına kesinlikle gösterilmez, diğer yakınlarına soğuk yüzü gösterilir ki içi yanmasın gönlünün ateşi sönsün diye.
-
Mezarın baş tarafına su dolu şişe konur. Susamaması için
-
Cenazeyi mezara koyduktan sonra bir yakını gözlerine bir avuç toprak koyar.Üzeri ot veya ağaçlarla örtülür.
-
Ölen kişinin düzgün durması için, çenesi bağlanır, parmak uçları bağlanır.
-
Cenaze olduğu gün köylünün hiçbiri işine gitmez, radyo çalmaz, televizyon seyredilmez. Hatta zor durumda kalınmazsa düğün günleri aranın soğuması için ileri bir tarihe alınır. Düğünün son şekli olur da yapmak zorunda kalınırsa, cenaze evinden müsaade alınır.
-
Cenaze evinde üç gün yemek pişmez, komşular pişirip getirir.
198
-
Kirsinkavağı Köyü’nde mermerden süslü mezar taşları yapılmaz. Mezarlık gösterişsiz, süsten uzak durması gerekir. Onun için bu köyde sadece mezarların başında büyük taş parçaları veya tahta vardır.
-
Mezarın başına konan tahta ne kadar ağırsa, mizan terazisinde o kadar sevaplara yardımcı olur.
c) Ölüm Sonrası Cenaze defnedildikten sonra, cemaat cenaze evine gelip baş sağlığı dilerler. Ölen kişinin komşuları, ölü evine üç gün süreyle yemek getirirler. Oradaki cemaat ölü sahiplerini teskin eder. Cenaze defnedilip eve geldikten sonra, ölünün en yakınları ile imam sakin bir odaya geçip, devir yapar. Eğer ölünün vasiyeti varsa, vasiyet okunur. Devirde fakirlere, mezar eşenlere, yardım edenlere, yıkayanlara, o zamanın durumu dahilinde ne kadar verileceği tayin edilip, dağıtılır. İlk aksam veya üçüncü gün toprak mevlidi okutulur. Dini bayramda komşular, ilk bayram olduğu için bayramlaşmaktan çok, baş sağlığına gider. Bayram günü en yakınları arasında bir feryat başlar, ağıtlar söylenir. Ateş düştüğü yeri yakar sözü çok yaygındır. Mevlit okunması genelde ölüm gününün o haftasındaki Cuma gününe getirilir. Cuma namazında mevlit okunarak, ekmek arasında un helvası (köylerde), merkezde genellikle gül suyu, şeker, lokum, bisküvi dağıtılır. Kırkıncı ve elli ikinci gününde ölünün arkasından mevlit okutulur. Ölünün elli ikinci gecesi, etinin kemiğinden ayrıldığı gün olduğuna inanış vardır. Ölümden bir hafta sonra, ölünün ruhu için ölü yemeği verilir. Akdağmadeni’nin bazı köylerinde bu yemeğe ölü aşı ve can ekmeği de denmektedir. Ölünün ruhunun verilen yemeğin sevabı ile rahatladığına inanılır.
199
Yörede, yas tutma süresi kesin bir zaman parçasıyla sınırlandırılmamakla birlikte genellik kırk gün yas tutulur. Kırk günlük yas sürecinin çok yaygın olması, kırk rakamının dinsel ve büyüsel niteliğiyle bağlantılıdır. Nasıl ki loğusa kadının pislikten kurtulması için kırkı çıkması gerekiyorsa, ölünün de pislikten kurtulması için kırk gün geçmesi gerekir. Bu sürede evde üç gün yemek pişirilmez. Ölü yakınları renkli ve süslü giysi giymezler. Bu sürede evde müzik dinlenmez. Televizyon açılmaz. Gezmeye ve eğlenceye gidilmez. Ölümden sonra gelen ilk dini bayrama yas bayramı denir. Eğer ölenin kırkı dolmuşsa, yas tutma yas bayramı geçtikten sonra biter. Ölenin kırkı çıkmadan yas bayramı gelmişse, yas tutma, ölünün kırkı çıktıktan sonra biter. Akdağmadeni ve çevresinde yapılan araştırmada ölüm sonrası yapılan diğer gelenekler ise şunlardır; -
Ölen kadının kocası evlendiği zaman, ölen kadının annesi, kızının gözleri patlamaması için mezara gidip, çiğ yumurta kırar.
-
Ölenin elli ikinci günü hocaya su okutma yaptırılıp, o suyu ölünün kemiklerinin çabuk ve kolayca dağılması için mezarın üstüne serperler.
-
Ölünün herhangi bir yakını, öleni rüyasında görürse mutlaka ziyaretine gitmesi gerekir.Yoksa iyi yorumlanmaz.
-
Ölenin giyim eşyaları cenaze günü yıkanıp, ölenin sevdiği odaya konulur ve ertesi gün ihtiyaç sahiplerine dağıtılır.
-
Ölümün ilk cumasında helva dağıtılıp mevlit okunur. Helva dışında bisküvi veya lokum dağıtılır.Buna nohul ve cumalık denilmektedir.
-
Cenazeden kırk gün sonra kırk ekmeği verilir. Bu yemeklerde mutlaka bir hayvan kesilir.
-
Ölen kimsenin vasiyeti tespit edilir. Devre oturulur. Yaşadığı süre tespit edilir. Bu süre içerisinde namaz ve oruçların karşılığı, imam tarafından tespit edilir ve vasiyeti içerisinde ödenir.
-
Biri öldüğü zaman iki kadın karşılıklı oturup bazen ilahi söylerler:
200
Bu dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Bizi hayır dua ile Ananlara selam olsun Ecel büke belimizi Söyletmeye dilimizi Hasta iken halimizi Soranlara selam olsun
201
III. BÖLÜM
KÖY SEYİRLİK OYUNLARI
Hayatı hareket halinde göstermeye çalışan dram sanatına Türk halkı pek çok örnek vermiştir. Türk insanının eğlenceli vakit geçirmek için doğayı taklit yoluyla oluşturdukları oyunları, Şükrü Elçin şu şekilde sınıflandırır; a. Köy orta oyunları b. Meddah c. Karagöz d. Orta oyunu e. Kukla (Elçin, 2001: 671) Akdağmadeni ve çevresinde görülen folklorik özelliklerden en zengin olanlarından biri de köy orta oyunlarıdır. Genellikle kızlar ve erkekler tarafından oynanan bu oyunlar, kimi zaman çobanların davarı gütmeye gittiklerinde kimi zaman kına gecelerinde, kimi zaman da köy odalarında kendilerini eğlendirmek için oynanır. Biz bu çalışmamıza, Elçin’in seyirlik oyunlar tasnifindeki ilk sırayı alan köy orta oyunlarını aldık. Elçin köy ortaoyunlarını şu şekilde tanımlar;
202
“Köylülerin uzun kış aylarında ve hususiyle düğünlerde, bayramlarda eğlenmek ve vakit geçirmek için düzenleyip oynadıkları dram karakterli temsillerdir.” (Elçin, 1991: IX) Bilindiği gibi Anadolu köylüsünün büyük çoğunluğu çiftçilik ve çobanlıkla geçinmektedir. İlkbahardan itibaren genç, yaşlı, kadın, erkek, bütün köylüler günlerini tarlalarda, iş yerlerinde ve sürü başında geçirmektedir. Köylülerin bu iş yoğunluğu eylül ayının ortalarına kadar sürer. Sonbahar mevsiminde günler kısalmaya ve geceler uzamaya başlar. Köylüler, geceleri uzun bu aylarda vakitlerini dinlenmeye ve eğlenmeye ayırır. Akdağmadeni ve köylerinde de köy orta oyunu canlılığını kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir. Yörede özellikle kış aylarında, odalarda oynanan oyunlar ve düğünlerin kına gecesinde oynanan oyunlar, halkın seyirlik zevkini karşılar. Ayrıca küçük yaştaki çobanların sürü güderken, canları sıkılmaması için kendi aralarında oynadığı oyunlar da vardır. Yörede bu konuya bağlı olarak oyun çıkarmak deyimi vardır. Prof. Dr. Şükrü Elçin köy orta oyunlarını şu şekilde tasnif etmiştir; A. Ritüel Oyunlar 1. Yılın Değişmesiyle İlgili Oyunlar 2. Mücerret Fikirlerle İlgili Oyunlar 3. Hayvan Kültüne Bağlı Oyunlar 4. Bitki Kültüne Bağlı Oyunlar 5. Mezhep Merasimleri B. Profan Mahiyetindeki Oyunlar 1. Günlük Hayattan Alınan Oyunlar 2. Masallara Bağlı Oyunlar 3. Destanlara ve Saz Şairlerinin Hayatlarına Bağlı Oyunlar 4. Tarihi Olaylara Bağlı Oyunlar
203
5. Hayvanları Taklit Edici Oyunlar 6. Sessiz Oyunlar 7. Bebek (Kukla) Oyunları (Elçin, 1991: 37-61) Akdağmadeni ve köylerinden derlediğimiz köy orta oyunlarını, Elçin’in tasnifine göre sınıflandırdık. 1. Hayvan Kültüne Bağlı Olan Oyunlar 1. Congulus Oyunu (Saya Gezme) Mart ayında davarların döllenme zamanında erkekler tarafından oynanır. Gençler bir araya toplanıp, aralarında iki kişiyi kız, bir kişiyi de ayı kılığına sokarlar. Ayının beline, davarlara takılan çanlardan bağlanır. Dışarıdan kızları kaçırmamaları için üç dört kişi ellerinde palaskalarla bekçi olurlar. Kızları korurlar. Kızları kaçırmaya gelenlere ellerindeki palaskalarla, fazla can yakmayacak şekilde vururlar. Bu grup ev ev dolaşıp evlerden bulgur, yağ ne verirlerse toplarlar. Her evin önünde kızlar çeşitli hünerlerini gösterirler. Topladıkları erzağı, torbalara doldurarak köyün müsait yerinde büyük bir ateş yakarak yerler, içerler.
2. Bitki Kültüne Bağlı Olan Oyunlar 2. Baharın Sevinci Bahar zamanı, daha çok kızların birlikte oynadığı bir oyundur. Kızlar çiğdem çiçeklerini toplayarak bir çalıya takarlar. Bu çalının palamut dikeni olmasına önem verirler. Dikende tutturulan çiğdemlerle ev ev dolaşarak, evlerden bir çiğdem çiçeği karşılığında bulgur veya yağ toplanır. Bu arada çeşitli şarkı ve mâni söylerler. Çiğdem çiğdem çiçeği Ebem oğlu köçeği
204
Yağ verenin oğlu olsun Bulgur verenin kızı olsun Kız patlasın çatlasın Oğlan yanına eş kalsın Yağ ve bulgur toplandıktan sonra bulgur pilavı yapılır. Çiğdemin kökleri pilavın içine atılır. Birlikte yemeye başlarlar. Pilav az kalınca kızın biri pilavı alır kaçar, diğerlerime peşine düşer kovalaşırlar.
3. Günlük Hayattan Alınan Oyunlar Bu bölüme iki oyun örneği verilmiştir.
3. Sınır Taşı Oyunu Bu oyun genellikle erkekler tarafından düğünlerde oynanır. Oyunda dört oyuncu mevcuttur. Sınır taşı rolündeki oyuncunun oyunu bilmemesi gerekir. Bu oyuncunu ayakları ve elleri vücudunun arkasında olacak bir biçimde bağlanıp ortaya konur. Bu arada sahneye başka bir oyuncu girerek, sınır taşı rolünde, elleri ve ayakları bağlı olan oyuncuyu alır başka bir tarafa atar. Diğer oyuncu da sahneye gelip o sınır taşını kaldırıp başka yere savurur. Sonra iki oyuncu tarla sınırı yüzünden kavga eder. Birbirlerine, “Bu tarlanın sınırı şurası niye taşı kaldırıyorsun, sınırı değiştiriyorsun.” diyerek, sınır taşını atıp dururlar. Bu arada sahneye giren muhtar rolündeki oyuncu, kavgayı keser. -
Ne oluyor burada, der.
205
Oyuncular, taşın yüzünden tarlanın sınırını belirleyemediklerini söyler. Bu esnada muhtar da sınır taşına, “Ne bu senden çektiğim” diyerek sınır taşını bir güzel çiğner. Burada dayağı yiyen, sınır taşı rolündeki oyunu bilmeyen oyuncu olur.
4. Körük Oyunu Bu oyun erkekler tarafından düğünlerde oynanır. Kalaycı, körük, çırak ve haberci rolünde dört kişi tarafından oynanan bu oyunda körük, oyunu bilmeyen kişiler tarafından seçilir. Kalaycı, yanındaki körüğü işleterek kalaycılık taklidi yapmakta iken haberci tarafından babasının öldüğü haberi gelir. Kalaycı aldırmaz. Bir müddet sonra annesin öldüğü haberi gelir. Kalaycı yine aldırış etmez. Son olarak haberci tarafından kalaycının karsının öldüğü haberi gelir. Kalaycı bu kez heyecanlanarak çırağına, “Sıva şu körüğün ağzını, ben gidiyorum.” der. Çırak, önceden hazırlanmış olan çamuru veya odun karasını, körüğün ağzına (adamın yüzüne) bulaştırır.
4. Hayvanları Taklit Edici Oyunlar 5. Deve Oyunu Genellikle düğünlerde oynanır. Üç kişinin üzerine merdiven uzatılır. Böylece devenin iskeleti kurulur. Devenin kamburunu çıkarmak için, merdivenin ortasına yastık konur. Eski çul ve kilimlerle etrafı kapatılır. Devenin kafası tahta sabanla yapılır. Ağzı için bir tahta parçası, çene altına esnek bir şekilde tutturulur. Boyun kısmına post ve iki tanede çan takılır. Böylece deve hazırlanmış olur.
206
Delikanlılardan (özellikle bıyıksız, parlak gençlerden) dört tane kız yapılır. Bunlara, gizli bir odada kız elbiseleri giydirilir. Kız özelliğini canlandırabilmek için ellerinden gelen tüm hünerlerini kullanarak, kız aksesuarlarını takarlar. Bu kızların içinden biri, kızların annesi rolüne girer. Annenin elinde bir iğne vardır. Ayrıca deveyi tutan bir deveci başı bulunur. Düğün evinin önüne ateş yakılır. Deveci başı, düğün kalabalığının içine gidip; −Arkadaşlar. Ben size İstanbul’dan kız getirdim. Müsaade ederseniz düğününüzü neşelendirmek için davul zurna eşliğinde oynayacaklar. Der. Oradakiler; −Oooo. Bizde böyle bir eğlence bekliyorduk… deyip, davul zurna oyun havası çalar. Devenin başında deveci ve kızlar, oynayarak oyun alanına girer. Kızlar oynarken oyun dışındaki gençler çeşitli esprilerle oynayan kızlara takılırlar; −Nerelisin, kimin kızısın? −Sarı kız daha gözel. Yooo ben gara gelini isterim. −Ulan bu gara gelin (sarı gelin) danışık olmaya danışık emme…gözüm bir türlü tutmadı…. Gibi laflar ederler. Oyun devam ederken devenin başına gaz yağı dökülüp yakılır ve çevredeki sarkıntılık yapanların üzerine gidilip korkutulur. Kızların kaçırılmaması için ayrıca muhafızlar bulunur. Oyun yaklaşık iki saat kadar sürer. Köylerimizde en çok oynanan oyunlardan biridir. Köylünün hemen hemen hepsi bu oyunu zevkle izler.
Yöremizde derlediğimiz Tavşan Tazı Oyunu ve Gömme Çeliği adlı oyuna bu tasnif içerisinde yer bulamadık.
207
6. Tavşan Tazı Oyunu Genellikle köy odalarında erkekler tarafından oynanan bu oyunda, oyunu bilmeyen kişiler tavşan yapılır. Bu tavşan ocak içine girer. İki genç tazı ve avcı olur. Dördüncü birisi de damın üstüne çıkıp elinde bir helke su ile bacada bekler. Tazı çemkirdiğinde, avcı rolündeki genç, o ocağın ağzını bekitir. O arada, tazı çemkirdiği zaman, tavşanın ocağın içinde olduğunu yukarıdaki kişi duyar. Orada bulunan bir helke suyu bacadan döker. Bacanın tüm kurumu, tavşanın elbisesine bulaşır.
7. Gömme Çeliği Oyunu Çobanların sürü güderken geniş bir alanda, sopalarla oynadığı bir oyundur. Beş altı oyuncu ellerinde özel yapılmış sopalarla bir karış uzunluğunda çelik hazırlar. Ebe seçimi yapılıp ebe ortaya geçer. Oyuncular daire şeklini oluşturup, ebe çeliği sırayla birine atar. Oyuncu sopayla çeliğe vurur. Uzağa gitmesini sağlar. Ebenin çeliği attığı kişi vuramazsa, ebelik ona geçer. Ebenin çelik attığı kişi, çeliğe iyi vuramayıp da önüne düşürürse, ebe gelene kadar çeliği tekrar sektirip, çeliğe vurma hakkına sahiptir. Ebe çeliği almaya giderken diğer oyuncular ebenin olduğu yeri sopalarla kazmaya başlarlar. Bu kazmanın belirli bir sınırı vardır. Ebe geldiği anda herkes yerine geçer. Oyun bu şekilde devam ederek, ebe diğer tüm oyunculara çeliği atar. Ebenin kazılan çukuru diz kapaklarına geldiği zaman ebe gömülür. Gömüldükten sonra, kendi kendine çıkmaya çalışır. Bu arada diğer oyuncular isteklerde bulunur. İstekleri kabul ederse diğer oyuncular çıkması için yardım ederler. Eğer ebe diz kapaklarını geçmeden ebeliğini başkasına bırakırsa ebeliği alan oyuncu çukurun eşildiği yerden itibaren ebeliğe geçmiş olur.
208
IV. BÖLÜM
YÖRESEL KELİMELER
Akdağmadeni ve köylerinden derlediğimiz kelimelerin ağız özelliklerinin karşılaştırmasını, Türk Dil Kurumunun internet sayfasından Türk Ağızları Sözlüğü adlı bağlantıdan yararlanarak yapılmıştır. (www.tdk.gov.tr) Derlediğimiz kelimelerden şive özelliği gösterenler için, çalışmamızın dışında olacağı sebebiyle ayrı bir transkripsiyon çalışması yapılmamıştır. Bu konu bir örnek vererek açıklanmıştır. Örnek: “ağlen” kelimesinin ilk harfi olan a, e harfine yakın bir sesle okunmaktadır. İnce a sesi çıkmaktadır. “âğlen” Derlediğimiz kelimelere örnekler; Aba:
Abla
Ağa:
Baba
Ağal:
Eğil
Ağar:
Eğer
Ağlen:
Eğlen, dur, bekle
209
Ağleşme:
Eğleşme, durma
Alayı:
Hepsi
Âle:
Durdur
Alha:
Nasıl şey
Araaşı:
Arabaşı yemeği hamuru
Asbab:
Elbise
Ata:
Büyük, saygın
Avurt:
Yanak altları
Ayakyolu:
Tuvalet
Azık:
Yol yemeği
Bannak:
Parmak
Bayat:
Yabani güvercin
Becek:
Köşe, kıyı
Bıldır:
Geçen sene
Bire bire:
Hem de nasıl
Biyaz:
Beyaz
Bodu:
Kaz
Boduç:
Camdan su kabı
Bodelek:
Böbrek
Boğon:
Bugün
Boo:
Hayret
Bunalek:
Sığırları rahatsız eden iri sinek
Cahal:
Cahil
Camız:
Manda
Cıfıt:
Karışık
Cılga:
Kışın karda açılan yol
Cıncık:
Cam
Cibicik:
Alkış
Cinli:
Deli
Culuh:
Hindi
Cücük:
Kuş, tavuk yavrusu
210
Çarık:
Deriden ayakkabı
Çevre:
Mendil
Çıngıl:
Ufak üzüm dalı
Çinik:
Hububat ölçek kabı
Çimmek:
Yıkanmak
Çintik:
Tekme atma
Çömçe:
Kepçe
Çörtük:
Ufak armut
Dağal:
Değil
Dingillen:
Yerinde zıpla
Donuz:
Domuz
Dovah:
Öküzlere dur sözü
Dölek otur: Düzgün otur Döş:
Göğüs kısmı
Dümbük:
Ahlaksız kişi
El:
Başkası
Elleham:
Herhalde
Emme:
Ama, fakat
Eme:
Hala
Emmi:
Amca
Enik:
Kedi, köpek yavrusu
Eyseri:
Çok büyük çivi
Filcan:
Fincan
Fiston:
Kadın elbisesi
Gatık:
Ayran
Gayfe:
Kahve
Gazel:
Kuru yaprak
Gicişmek:
Kaşınmak
Gine:
Yine
Gobel:
Çocuk
Godek:
Eni boyu kısa
211
Goğnüm:
Gönlüm
Goo:
Dedi kodu
Gop:
Koş
Gö:
Gri renk
Görüm:
Görümce
Göynek:
Gömlek
Gumpür:
Patates
Gusulhane: Banyo yeri Gurk:
Kuluçka gelmiş tavuk
Guver:
Bırak
Guvez:
Morumsu renk
Hali:
Halay
Haral:
Geniş çuval
Haset:
Kıskanç
Hedik:
Kaynatılmış buğday
Helle:
Un çorbası
Herk:
Nadasa hazır tarla
Herkeş:
Herkes
Hezen:
İri, muntazam ağaç
İdare:
Gazlı lamba
İlean:
Leğen
İlenger:
Bakır büyük kap
İlistir:
Kevgir
İlletli:
Hastalıklı
İrezil:
Rezil
İrişki:
Sucuk içi
İskembi:
Sandalye
İşlik:
Yelek
İtdirseği:
Arpacık
Kafa kâğıdı: Nüfüs cüzdanı Kakış:
Yüze laf vurma
212
Kepenek:
Kelebek
Kirik:
Eşek yavrusu
Kirtik:
Bitemeye yakın sabun
Kiriz:
Zayıf, güçsüz
Kişe:
Kovmak
Kom:
Göm
Komuş:
Manda yavrusu
Konsul:
Tahta sandık
Kötele:
Fırlat
Kumük:
Aşınmış çürük dişli
Kürümek:
İtme ile toparlamak
Lâlek:
Leylek
Lalanmak:
Taklit etme, yerme
Lo:
Damda toprak sıkıştıran taş
Madenis:
Maydanoz
Malamat:
Rezil
Makat:
Sedir
Melete:
Yorgan, çarşaf
Meram:
İstek, gaye, maksat
Mezbele:
Çöplük
Müptezel:
Aşırı alışkanlık
Neşaal:
Nasıl
Nitsin:
Ne yapsın, ne etsin
Noğruyon:
Ne yapıyorsun
Norek:
Ne yapalım
Omaç:
Yumurtalı ekmekli yemek
Ondere:
Ucu çivili uzun deynek
Osür:
Öksür
Osun:
Olsun
Oşukçu:
Yağcı dalkavuk
Öpçe:
Şımarık
213
Pahal:
Cimri
Palıt:
Palamut
Pallıya:
Parlayan
Palaz:
İyi beslenmiş
Pantul:
Pantolon
Pece:
Baca
Pendir:
Peynir
Perçem:
Kakül
Peşkir:
Havlu
Pevler:
Salça
Pırtı:
Kumaş
Pine:
Kümes
Pörtlek:
Patlamış, dışarı çıkmış
Pürçüklü:
Havuç
Sako:
Palto
Seklem:
Dolu çuval
Seme:
Aptal
Seyip:
Kendi başına
Sındı:
Makas
Sıracalı:
Hastalıklı, zayıf kişi
Sızgıt:
Donmuş et
Siğni:
Göğüs
Sini:
Büyük tepsi
Sitil:
Bakırdan süt kabı
Sorutmak:
Yerinde dikilmek
Soyka:
Uğursuz eşya
Sufa:
Antre
Sumsa:
Yumruk
Şalak:
Ufak ham kavun
Şemşamer: Ayçiçeği Şıllık:
Şımarık, hoppa
214
Şibi:
Ördek
Şikarlanmak: Nazlanmak Şikirsiz:
Çirkin, sevimsiz
Tandır:
Kuyu şeklinde ocak
Tavatır:
Çok iyi
Tavsir:
Resim
Tenbiç:
Sahur vakti
Teşt:
Büyük derin leğen
Tohmalama: Çok yeme, rahatsız olma Tombalak:
Yuvarlanmak
Tum:
Dal
Tuman:
Don
Tükan:
Dükkân
Uğullen:
Hafif sallanma
Urba:
Elbise
Urupla:
Tahıl ölçen kap
Üreliğin:
Evvelki gün
Velvele:
Şaşkınlık, gürültü, patırtı
Yadırgı:
Acemi
Yağarnı:
Sırt
Yaşmak:
Yüzü ağzı kapatan örtü
Yavan:
Sade boş
Yel:
Rüzgâr
Yelikme:
Şımarma
Yumak:
Yıkamak
Yülünmek: Saçı dipten kazıtmak Zabın:
Çok zayıf, güçsüz
Zahire:
Hububat
Zehen:
Sahan
Zerze:
Kapıyı kapatan kol
Zongur:
İri köpek
215
KAYNAK ŞAHISLAR
Tezimizin hazırlık safhasında, Akdağmadeni ve çevre köylerinden 29 kaynak şahısla görüşülmüştür. Bu kaynak şahısların 16’sı erkek, 13’ü bayandır. Kaynak şahısların künyesi ve derlediğimiz ürünler aşağıdaki şemaya göre alfabetik sıraya uygun olarak verilmiştir.
Adı Soyadı
:
Yaşı
:
Yerleşim Yeri
:
Tahsili
:
Verdiği Ürün
:
1. Adı Soyadı
: Abdullah YAZMAN
Yaşı
: 65
Yerleşim Yeri
: Bulgurlu Köyü
Tahsili
: İlkokul
Verdiği Ürün
: 5, 6, 7. Seyirlik Oyunlar
216
2. Adı Soyadı
: Abdurrahim KOÇYİĞİT
Yaşı
: 40
Yerleşim Yeri
: Muşalikalesi Köyü
Tahsili
: Lise Mezunu
Verdiği Ürün
: Oğula Ağıt (5. Ağıt)
3. Adı Soyadı
: Ahmet PEK
Yaşı
: 82
Yerleşim Yeri
: Muşalikalesi Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: 4. ve 5. Efsane
4. Adı Soyadı
: Bakiye ÜNSOY
Yaşı
: 66
Yerleşim Yeri
: Oluközü Köyü
Tahsili
: İlkokul Mezunu
Verdiği Ürün
: Kına Ağıdı (3. Ağıt), Bilmece, Doğum Adetleri, 6. Ninni 20, 21, 22, 23, 58. Mâni
5. Adı Soyadı
: Bekir KARAARSLAN
Yaşı
: 75
Yerleşim Yeri
: Kuşlukaçağı Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: Dua- Beddua
217
6. Adı Soyadı
: Cemile TUNÇ
Yaşı
: 73
Yerleşim Yeri
: Oluközü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: Nazik Türküsü, Oluközü Türküsü, 2. Ninni, Dua-Beddua Mantuvar Oyunu, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 61. Mâni
7. Adı Soyadı
: Efendi ALTINDAĞ
Yaşı
: 82
Yerleşim Yeri
: Bulgurlu Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: 1.Türkü (Gözler), 4.Tekerleme, 28,29,30,31,32,33,34.Mâni
8. Adı Soyadı
: Hacı Halil TEKİN
Yaşı
: 57
Yerleşim Yeri
: Uzakçayır
Tahsili
: İlkokul
Verdiği Ürün
: Uzakçayırlı Gencin Ağıdı (8. Ağıt)
9. Adı Soyadı
: Halime TUNÇ
Yaşı
: 80
Yerleşim Yeri
: Oluközü Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: Halime’nin Ağıdı (4. Ağıt)
218
10. Adı Soyadı
: Hatice SEVİNÇ
Yaşı
: 47
Yerleşim Yeri
: Kirsinkavağı
Tahsili
: İlkokul Mezunu
Verdiği Ürün
: Hastane Önünde İncir Ağacı Türküsü,
1. Ninni,
55, 56, 62, 63. Mâni
11. Adı Soyadı
: İkramiye KOÇARSLAN
Yaşı
: 56
Yerleşim Yeri
: Muşalikalesi Köyü
Tahsili
: İlkokul
Verdiği Ürün
: Hedik Yapımı
12. Adı Soyadı
: Kenan ÖNAL
Yaşı
: 40
Yerleşim Yeri
: Akdağmadeni
Tahsili
: Üniversite
Verdiği Ürün
: Burçak Tarlası Türküsü, Düğün Gelenekleri, Ölüm Gelenekleri Doğum Gelenekleri, Bilmeceler, Atasözü ve Deyimler, 1. Tekerleme, 1, 2, 3, 4. Fıkra, 1, 2, 3, 4. Seyirlik Oyunlar 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70. Mâni
219
13. Adı Soyadı
: Latife KOÇ
Yaşı
: 70
Yerleşim Yeri
: Muşalikalesi Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: Ayşe’nin Ağıdı (6. Ağıt)
14. Adı Soyadı
: Mahmut ZEYBEK
Yaşı
: 74
Yerleşim Yeri
: Bulgurlu Köyü
Tahsili
: Okur-yazar
Verdiği Ürün
: Bayrağa Ağıt (9. Ağıt), Ölüm Gelenekleri 1, 2, 3, 4, 54, 57. Mâni
15. Adı Soyadı
: Mehmet KARABULUT
Yaşı
: 74
Yerleşim Yeri
: Akdağmadeni
Tahsili
: Okur-yazar
Verdiği Ürün
: 5, 6, 7, 8, 9. Mâni,
Ölüm Adetleri
16. Adı Soyadı
: Mevlüt GÜNGÖR
Yaşı
: 45
Yerleşim Yeri
: Akdağmadeni
Tahsili
: Üniversite
Verdiği Ürün
: Ölüm Gelenekleri
220
17. Adı Soyadı
: Mukaddes KARABULUT
Yaşı
: 67
Yerleşim Yeri
: Akdağmadeni
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: 5. Ninni, 48, 49, 50, 51, 52, 53. Mâni
18. Adı Soyadı
: Mustafa EŞOL
Yaşı
: 80
Yerleşim Yeri
: Muşalikalesi Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: 1. ve 3. Efsane
19. Adı Soyadı
: Mustafa ERCİYES
Yaşı
: 53
Yerleşim Yeri
: Akdağmadeni
Tahsili
: Üniversite
Verdiği Ürün
: Akdağmadeni Coğrafi ve Fiziki Özellikleri, Düğün Adetleri
20. Adı Soyadı
: Osman ÖNAL
Yaşı
: 45
Yerleşim Yeri
: Dayılı Köyü
Tahsili
: Lise Mezunu
Verdiği Ürün
: 5, 6, 7. Fıkra
221
21. Adı Soyadı
: Salih SEVİNÇ
Yaşı
: 54
Yerleşim Yeri
: Kirsinkavağı Köyü
Tahsili
: Yüksek Okul Mezunu
Verdiği Ürün
: 2. Tekerleme, 10, 11, 12, 59, 60. Mâni
22. Adı Soyadı
: Salih KOROĞLU
Yaşı
: 75
Yerleşim Yeri
: Bulgurlu Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: 2. Efsane
23. Adı Soyadı
: Satılmış SEVİNÇ
Yaşı
: 69
Yerleşim Yeri
: Kirsinkavağı Köyü
Tahsili
: Okur-yazar
Verdiği Ürün
: 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47. Mâni, 6. Efsane
24. Adı Soyadı
: Sevgi ÖNAL
Yaşı
: 43
Yerleşim Yeri
: Dayılı Köyü
Tahsili
: Lise Mezunu
Verdiği Ürün
: 24,25,26,27. Mâni, Doğum Adetleri
222
25. Adı Soyadı
: Siyami TAŞTAN
Yaşı
: 52
Yerleşim Yeri
: Akdağmadeni
Tahsili
: Üniversite
Verdiği Ürün
: Halk Hikâyesi ve Masal
26. Adı Soyadı
: Sultan TUNCER
Yaşı
: 80
Yerleşim Yeri
: Muşalikalesi Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: Damadın Ağıdı (2. Ağıt), Sultan’ın Ağıdı (7. Ağıt), 4. Ninni
27. Adı Soyadı
: Veli SEVİNÇ
Yaşı
: 24
Yerleşim Yeri
: Kirsinkavağı
Tahsili
: Üniversite
Verdiği Ürün
: 3 Nolu Tekerleme
28. Adı Soyadı
: Yahya ALKAN
Yaşı
: 67
Yerleşim Yeri
: Konacı Köyü
Tahsili
: Okur-yazar
Verdiği Ürün
: Yahya’nın Ağıdı (1. Ağıt)
223
29. Adı Soyadı
: Yosma TUNCER
Yaşı
: 69
Yerleşim Yeri
: Muşalikalesi Köyü
Tahsili
: Okur-yazar değil
Verdiği Ürün
: 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19. Mâni
224
BİBLİYOGRAFYA
Alptekin Ali Berat (2002a), Taşeli Masalları, Ankara Alptekin Ali Berat (2002b), Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Ankara Alptekin Ali Berat (2004), Âşık Veysel Türküz Türkü Çağırırız, Ankara Alptekin Ali Berat (2005), Hayvan Masalları, Ankara Alptekin Ali Berat (2006), Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na Armağan, Konya Akalın L. Sami (1990), Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar, Kargışlar, Ankara Aksoy Ömer Asım (1965) Atasözleri ve Deyimler, Ankara Başgöz İlhan (1993), Türk Bilmeceleri I-II, Ankara Boratav Pertev Naili (1984), Köroğlu Destanı, İstanbul Boratav Pertev Naili (1988), Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, İstanbul Boratav Pertev Naili (2003), 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, İstanbul Çelebioğlu Amil (1995a), Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul
225
Çelebioğlu Amil (1995b), Türk Bilmeceler Hazinesi, İstanbul Duymaz Ali (2002), İrfanı Arzulayan Sözler Tekerlemeler, Ankara Elçin Şükrü (1990), Türkiye Türkçesinde Mâniler, Ankara Elçin Şükrü (1991), Anadolu Köy Ortaoyunları, Ankara Elçin Şükrü (2001), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara Görkem İsmail (2001), Türk Edebiyatında Ağıtlar Çukurova Ağıtları, Ankara Güzel Abdurrahman- Torun Ali (2003), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara
Karadavut
Zekeriya
(1992),
Yozgat
Efsaneleri
(İnceleme-Metin),
Konya
(Basılmamış Tez) Kaya Doğan (1999), Anonim Halk Şiiri, Ankara Örnek Sedat Veyis (1995), Türk Halk Bilimi, Ankara Özbek Mehmet (1994), Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul Özkan Erhan (2004), Akdağmadeni Mâniler ve Deyimler Sözlüğü, Ankara Sakaoğlu Saim (1992a), Efsane Araştırmaları, Konya Sakaoğlu Saim (1992b) Türk Fıkraları ve Nasreddin Hoca, Konya Sakaoğlu Saim (2002), Gümüşhane ve Bayburt Masalları, Ankara
226
Sakaoğlu Saim (2003), 101 Anadolu Efsanesi, Ankara Sakaoğlu Saim (2003), 101 Türk Efsanesi, Ankara Sakaoğlu Saim- Alptekin Ali Berat (2005), Türk Halk Edebiyatı, Konya Sormaz Mustafa (2002), Yozgat’ın İncisi Akdağmadeni, İstanbul Şimşek Esma (1993), Kadirli ve Osmâniye Ağıtları, Antakya Şimşek Esma, (2001), Yukarı Çukurova Masallarında Tip ve Motif Araştırmaları, Ankara Yakıcı Ali (2007), Halk Şiirinde Türkü, Ankara Yerlioğlu Nermin (2000), Yozgat Sürmeli Festivali , Ankara Yıldırım Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara Yurtlu Hakan (2001), Geçmişten Günümüze Akdağmadeni, Ankara Yozgat 1991 İl Yıllığı
227